Bilimde Geçen Yılın 10 Önemli Keşfi Uyeol
Hoş Geldiniz!
Size Daha İyi Bir Hizmet Everebilmemiz İçin Sitemize Üye Olmanız Gerekmektedir..!

*Sitemize Üye Olunca Elinize Ne Geçer?
1.Üye Olarak Linkleri Görebilirsiniz..
2.İstediğiniz Kadar Paylaşım Yapabilirsiniz..
3.Sitemizde Online Olarak Chat Yapabilirsiniz..
4.Güzel Bir Forum Hayatı Yaşayabilirsiniz..
Bilimde Geçen Yılın 10 Önemli Keşfi Uyeol
Hoş Geldiniz!
Size Daha İyi Bir Hizmet Everebilmemiz İçin Sitemize Üye Olmanız Gerekmektedir..!

*Sitemize Üye Olunca Elinize Ne Geçer?
1.Üye Olarak Linkleri Görebilirsiniz..
2.İstediğiniz Kadar Paylaşım Yapabilirsiniz..
3.Sitemizde Online Olarak Chat Yapabilirsiniz..
4.Güzel Bir Forum Hayatı Yaşayabilirsiniz..
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaKapıAramaLatest imagesKayıt OlGiriş yap
Sayfayı FaceBook'ta Paylaş

 

 Bilimde Geçen Yılın 10 Önemli Keşfi

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
M~B~Ç
Admin
Admin
M~B~Ç


Erkek
Aslan Ejderha
Kayıt tarihi : 16/05/08
Mesaj Sayısı : 6804
Nerden : nereye
İş/Hobiler : webmaster
Ruh Hali : Bilimde Geçen Yılın 10 Önemli Keşfi Yasasi10
Tuttuğu Takım : Bilimde Geçen Yılın 10 Önemli Keşfi Gs190510
Uyarı : Bilimde Geçen Yılın 10 Önemli Keşfi 110

Bilimde Geçen Yılın 10 Önemli Keşfi Empty
MesajKonu: Bilimde Geçen Yılın 10 Önemli Keşfi   Bilimde Geçen Yılın 10 Önemli Keşfi I_icon_minitimeÇarş. Tem. 08 2009, 13:46

[size=12]Bitkisel hayattaki
hastalarda bilinç var! Sıçrayan sıvıların sırrı çözüldü... Artık
insanlar da uzaktan kumandayla yönlendirilebiliyor... İşte bilim
aleminin 10 önemli keşfi...

NATURE'NİN SEÇTİĞİ 2006'NIN ÖNEMLİ BİLİMSEL GELİŞMELERİ

1) BİTKİSEL HAYATTAKİ HASTALARÇEVRELERİNİN FARKINDA MI?


Dışarıya tepki vermeyen bitkisel hayattaki hastaların aslında
çevrelerinin farkında olup olmadığı sorusu son yıllarda sinir bilim
dalında en fazla tartışma yaratan konulardan biri. Geçen yılın
sonlarına doğru yayımlanan bir çalışma, bitkisel hayat kriterlerine tam
anlamıyla uyum sağlayan bir hastanın, istek üzerine bazı zihinsel
işlemleri yerine getirdiğini ortaya çıkarttı. Ancak aynı çalışma, diğer
taraftan, hasta ile iletişim kurulamadığı için zihinsel durumunun
incelenmesinde ciddi sıkıntılar yaşandığına da dikkat çekiyor.


İngiltere'deki Cambridge Üniversitesi Algılama ve Beyin Bilimleri
Ünitesi'nden Adrian Owen ve meslektaşları fonksiyonel manyetik rezonans
görüntüleme (fMRI) tekniği ile 2005 yılında geçirdiği bir araba
kazasından sonra bitkisel hayata giren 23 yaşındaki bir kadın hastanın
beynini taradılar. Bu tür hastalar çevrelerindeki uyarılara genellikle
tepki vermezler ve doktorlar bu hastaların kendilerinin farkında
olmadıklarını düşünür. Ayrıca beyin tarama çalışmalarında hastaların
refleks reaksiyonlarının dışında başka reaksiyonlar verdiği
saptanmamıştır.

Owen ve meslektaşları, bu tür hastalarının sağlıklı deneklerle benzer
şekilde, sözel isteklerine tepki verdiklerini ortaya çıkarttı (A.M.Owen
et al. Science 313, 1402; 2006). Owen çalışmalarını şöyle özetliyor:
"Geliştirdiğimiz yöntem, klinik kanıtların bulunmadığı ortamlarda,
hastanın çevresinin farkında olduğunu tespit ediyor."

Ne var ki bu çalışma, bitkisel hayatta olma tanımının değiştirilip
değiştirilmeyeceği sorusuna kesin bir yanıt getirmiyor. Hâlihazırda bir
hastanın bitkisel hayatta olup olmama kararı, hasta kendisinin ve
çevresinin farkındalığına bağlı olarak verilir. Komadaki hastalardan
farklı olarak, bunlarda uyku-uyanma çevrimi sağlıklı bin insanınki
gibidir. Klinik vakalarda tipik olarak bir ay içinde hastanın "devamlı
bitkisel hayata" girdiği kararı verilir; bir yıl içinde iyileşme
belirtileri görülmez ise "sürekli bitkisel hayatta" olduğu tanısı
konur.


2) KUYRUKLUYILDIZDAN ALINAN UZAY TOZLARININ YARATTIĞI HEYECAN


2 Ocak 2004 tarihinde Stardust uzay aracının Wild 2 adı verilen
kuyrukluyıldızın kuyruğunu oluşturan toz bulutundan aldığı örneği
inceleyen İngiltere'deki Imperial College London'dan meteortaşı ve uzay
tozu uzmanı Phil Bland, bu tozların uzay jeolojisi ile ilgili çok
önemli bilgiler içerdiğini düşünüyor. Bunlar, bir kuyrukluyıldızdan
alınan ilk örnekler olduğu için bilim dünyasında çok büyük bir heyecan
yarattı. Örnekler bir milyar km.'den fazla yol aldıktan sonra 15 Ocakta
Dünya'ya paraşüt ile indirildi.


Kuyrukluyıldızlar Güneş Sistemi'nin oluşumu sırasındaki donmuş
artıklardan oluşur. Bu tozlar Dünya'daki denizlerin nereden geldiği
konusuna ışık tutabilir. Bland'dan başka dünyanın farklı bölgelerindeki
150 bilim ekibine daha gönderilen bu örnekler, ön incelemeden geçtikten
sonra gerekli görülürse daha ileri tetkiklere tabi tutulacak.. Şimdilik
bilim adamları örneklerin yapısında herhangi bir değişikliğe yol
açmamaya özen göstererek, yalnızca bakma hakkına sahipler.

Dünyanın çeşitli merkezlerindeki bilim adamlarını bulgularını Johnson
Uzay Merkezi'ndeki Mike Zolensky 'ye gönderiyorlar. Sırasıyla SEM
(Taramalı Elektron Mikroskobu) ve TEM (Transmisyon Elektron Mikroskobu)
ile incelenen bu tozlar, Dünya'nın oluşumu ile ilgili çok önemli
bilgiler içeriyor. Bu bilgiler Zolensky ve ekibinin uygun gördüğü bir
tarihte kamu oyuna duyurulacak.

3) BİR BİLİM DALINDA UZMANLAŞMANIN KOŞULLARI


30 yıl boyunca yerçekimi dalgalarını inceleyen fizikçileri sorgulayan,
saatlerce fizikçilerle fikir alışverişinde bulunan Cardiff
Üniversitesi'nden sosyal bilimci Harry Collins, fiziğin tarihi ve
sosyolojisi ile ilgili bir kitap yazdı. Bu kitabının yanı sıra çok
önemli bir konuda da bir ilke imza atan Collins'in önemi "Etkileşimli
Uzmanlık" kavramı üzerinde araştırma yapan ilk bilim adamı olmasından
kaynaklanıyor. Bu kavram, hakemli (peer review) dergicilik ve bilim
gazeteciliğinde çok önemli bir yer tutar.



Collins'in amacı bir bilim adamının eğitimini almadığı bir dalda
uzmanlık kazanıp kazanmayacağını sınamaktı. Bu amaçla gerçekleştirdiği
ilk deneyinde, yerçekimi dalgası konusunda yerçekimi fizikçilerinin
hazırladığı yedi soruyu önce kendisi yanıtladı. Kendi yanıtlarını,
yerçekimi konusunda uzman fizikçilerin yanıtlarıyla birlikte bu alanda
uzman dokuz bilim adamına gönderdi. Bu dokuz kişiden hangi yanıtın
gerçek bir fizikçiye ait olduğunu bulmasını istedi. Sonuçta dokuz
kişiden yedisi kararsız kalırken, ikisi Collins'in yanıtlarını gerçek
olarak seçti. Bu sonuçlar Studies in the History of Philosophy of
Science (http://www.cf.ac.uk/socsi/expertise)
dergisinde yayımlandı. Collins bu sonuçlar ilgili görüşlerini şöyle
dile getiriyor: "Ben yerçekimi dalgası dedektörünü veya benzeri pek çok
aleti kullanamam. Fakat bu deney dışarıdan bir kişinin deney yapamasa
da veya o konunun matematiğini bilmese de- bilimsel bir konuda uzmanlık
geliştirebileceğini kanıtlıyor. Etkileşimli uzmanlık olarak bilinen bu
uzmanlık türü göz ardı edilmemeli."



4) EN KÜÇÜK OMURGALI TARTIŞMASI


Bugüne dek en büyük balığı kimin tuttuğu tartışması yaygınken, şimdi en
küçük balığı kimin bulduğu tartışması bilim dünyasında gündeminin ilk
sıralarını oluşturuyor.


Tartışma Londra'daki Doğa Tarihi Müzesi'nden Ralf Britz ve
meslektaşlarının Güneydoğu Asya'da yaşayan Paedocypris progenetica adı
verilen bir balığı keşfetmeleriyle başladı. Balığının dişisinin 7.9
milimetre uzunluğunda olduğunu erkeğin ise çok az daha büyük olduğunu
bildiren Britz, bu balığın dünyanın en küçük omurgalısı olarak
değerlendirilmesini istedi.

Ancak Seattle'daki Washington Üniversitesi'nden Ted Pietsch ,
kendisinin geçen yıl bulduğu Photocorynnus spiniceps isimli balığın,
6.2 milimetre uzunluğunda olduğunu ve dolayısıyla Britz'in balığından
çok daha küçük olduğunu ileri sürdü. İlk bakışta Pietsch haklı gibi
görünse de gerçek o kadar basit değildi. Pietsch'in Filipinler'de
bulduğu balığın dişileri çok daha büyüktür ve 6.2 mm uzunluğundaki
erkek balık dişinin sırtına yapışık yaşar. Erkek balık dişinin sırtına
yapıştığı anda, balıkların kan dolaşım sistemleri birleşir. Bu durumda
erkeğin bir parazit olduğunu iddia etmek de mümkündür. Ancak Pietsch bu
iddiayı kabul etmiyor: "Ben erkeğin parazit olup olmadığı ile
ilgilenmem. Bana göre bu, cinsel açıdan olgunlaşmış, yetişkin bir
erkektir ve omurgası vardır." "Eşine yapışmış bir balığı tam olarak
nasıl ölçersiniz. Kaldı ki erkeğin dişleri dişinin sırtına geçmiş. Bu
durumda balığın burnu ölçüme dahil edilemiyor" diyen Blitz ise
tartışmayı noktalamayı pek yanaşmıyor.

Nature, bu tartışmada bir üçüncü kişinin görüşünü için almak için
Kaliforniya Üniversitesi'nden David Wake ile görüştü. Wake ise üçüncü
bir iddia ile tartışmayı daha da karmaşık bir hale getirdi: "Bana
kalırsa semenderler en küçük omurgalılardır. Hem suda hem de karada
yaşayan bu hayvanlar birkaç santimetre uzunluğundadır. Ancak
genomlarının boyutlarına oranla çok küçüktürler. 500 farklı semender
türünün her birinin hücresinde insanlarınkinden 10 misli daha fazla
miktarda genetik malzeme bulunur. Kaldı ki her şeyi metre ile ölçen
biyologlar beni hayal kırıklığına uğratıyor. Önemli olan boyut
değildir, o boyuta neler sığdırıldığı daha önemlidir"


5) CASIMIR KUVVETİ GEMİLERİ ETKİLİYOR MU?


Fizikçilerin de arada sırada efsane yaratma modasına uyduğunu ileri
süren NASA'dan fizikçi Fabrizio Pinto, Casimir kuvveti olarak bilinen
tuhaf bir fiziksel etkiyi açıklarken, fizikçilerin rutin olarak bir mit
yarattıklarını söylüyor.


Boşluktaki iki yüzey arasında meydana gelen çekim kuvvetine Casimir
etkisi denir. Pek çok bilimsel makalede, kuvvetli bir dalganın içindeki
iki geminin arasında da bu kuvvetin etkin olabileceğine dikkat
çekiliyor.

Bu fikir ilk olarak 1996 yılında Hollandalı bilim adamı Sipko Boersmal
tarafından yazılan bir makale ile gündeme geldi. Boersmal makalesinde
yan yana demir atmış iki geminin belirli bir çekim gücüyle birbirine
yaklaşması ile Casimir etkisi arasında bir analoji kurulabileceğini
iddia ediyordu.

1948 yılında Hendrik Casimir 'in önerdiği bu etki artık deneysel olarak
kanıtlanmıştır. Günlük ölçekte çok zayıf olmasına karşın bu kuvvet çok
küçük nesnelerin birbirine doğru çekilmesine yol açar.

Ancak yan yana demir atmış iki geminin arasında böyle bir çekim
kuvvetinin olduğu konusunda ne gemicilikte ne de bilimsel literatürde
gerçek bir kanıt bulamadığını ileri süren Pinto, bu tür efsanelerin kök
salmadan önce ortadan kaldırılması gerektiğini belirtiyor.

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://belgelerim.soglam.net
M~B~Ç
Admin
Admin
M~B~Ç


Erkek
Aslan Ejderha
Kayıt tarihi : 16/05/08
Mesaj Sayısı : 6804
Nerden : nereye
İş/Hobiler : webmaster
Ruh Hali : Bilimde Geçen Yılın 10 Önemli Keşfi Yasasi10
Tuttuğu Takım : Bilimde Geçen Yılın 10 Önemli Keşfi Gs190510
Uyarı : Bilimde Geçen Yılın 10 Önemli Keşfi 110

Bilimde Geçen Yılın 10 Önemli Keşfi Empty
MesajKonu: Geri: Bilimde Geçen Yılın 10 Önemli Keşfi   Bilimde Geçen Yılın 10 Önemli Keşfi I_icon_minitimeÇarş. Tem. 08 2009, 13:46

6) HAWKİNG TARİHİ GERİYE DOĞRU YENİDEN YAZIYOR


Evren nasıl başladı? Pek çok bilim adamına göre bu, tüm zamanların en
iddialı sorularından biri. Yanıta en fazla yaklaşanlardan biri olan
Stephen Hawking ise bu sorunun aslında hiçbir zaman var olmadığını
söylüyor. İngiltere'de Cambridge Üniversitesi'nde çalışmalarını
sürdüren Hawking, meslektaşı CERN Parçacık Fiziği Avrupa
Laboratuvarı'ndan Thomas Hertog ile birlikte yayımladığı bir makalede,
Evren'in kendine özgü bir başlangıcı olmadığını iddia ediyorlar. Bu iki
bilim adamına göre Evren hayal edilebilen her şekilde başlamış
olabilir. Öyle ki başlangıçtan bugüne geriye hiçbir şey kalmamış
olabilir; geriye kalan bir şey varsa da o da şimdiki kozmosu oluşturmuş
olabilir.


"Kuantum mekaniği tek bir tarihi reddeder" diye konuşan Hawking ve
Hertog, "Bu koşullarda varılacak tek sonuç kuantum fiziğini ciddiye
almaktır" diyor. Bilim adamlarının Evren'in başlangıcı ile ilgili bu
değerlendirmeleri, sicim teorisine dayanılarak ortaya atılan bir
varsayıma yanıt oluşturuyor. Sicim kuramı sayılamayacak kadar çok,
farklı türlerde evren olduğunu ve bunların pek çoğunun bizim içinde
bulunduğumuz evrenden farklı olduğunu savunur. Bazı fizikçiler ise
bilinmeyen bir faktörün ortaya çıkıp bu evrenlerin pek çoğunu geçersiz
hale getireceğinden kuşkulanıyor. Fakat Hawking ve Hertog, sicim
kuramının savunduğu sayısız alternatif dünyalar kuramının gerçek
olduğunu savunuyor. Bunlara göre Big Bang'in ilk anlarında Evren,
milyonlarca filmin birbiri üzerine oynatılması gibi, bütün bu
olasılıkların üst üste konulmuş hali gibidir. Çok tuhaf gibi gelse bile
kuantum kuramı bu görüşü benimser.

Hertog ve Hawking bu kuramlarına "yukarıdan-aşağı kozmoloji" adını
veriyor. Başka bir deyişle, Evren bugün bizim tanık olduğumuz
"yukarıdan" başlıyor ve geriye doğru çalışıyor.


7) SIÇRAYAN SIVILARIN GİZİ ÇÖZÜLDÜ


Hollandalı fizikçiler, sıvıların, ilk kez 40 yıl önce dikkati çeken,
ancak açıklanamayan atlama-zıplama şeklinde kendini gösteren gizemli
davranışlarının ardındaki fiziksel olguyu çözmeyi başardılar.


İngiliz mühendis Arthur Kaye 1963 yılında, bir organik sıvı karışımı
üzerinde deney yaparken bu tuhaf olgunun farkına vardı. Bu koyu kıvamlı
sıvıyı bir yüzeyin üzerine döken Kaye, aşağı inmekte olan sıvının
aniden bir fıskiye gibi püskürerek, ardından gelen sıvı ile
birleştiğini gördü.

Bu etkinin ders kitaplarında kompleks sıvıların tuhaf özelliklerini
göstermek için kullandığını belirten Hollanda'daki Twente
Üniversitesi'nden Michel Versluis , bu tuhaf olgunun aslında çok sık
görüldüğünü, banyo ve mutfaklarda sık sık meydana geldiğini söylüyor.
Domates salçasından, yoğurda, boyalardan şampuana, çok çeşitli
sıvılarda bu özelliği sergilendiğine dikkat çekiyor.

Kaye-etkisi adı verilen bu etkinin insanların gözünden kaçmasının
nedeni çok kısa sürmesidir. Püskürmenin ortaya çıkışından, arkadan
gelmekte olan akıntı ile birleşme anı arasında geçen süre tipik olarak
300 milisaniyedir. Bu süre o kadar kısadır ki çıplak gözle görülemez.

Vesluis bu etkinin incelme özelliği taşıyan tüm sıvılarda
gözlenebileceğini söylüyor.Bu da, sıvı akarken viskositesinin
(yapışkanlık özelliği) azaldığı ve sonuçta inceldiği anlamına geliyor.
Viskositesi yüksek bir sıvıyı bir düzlemin üzerine dökerseniz, önce
sarmal şeklinde bir yığın meydana getirir. Ancak bir noktadan sonra
yığının bir yanından aşağı doğru kaymaya başlar. Yoğunluğu azalmış ince
bir sıvı tabaka bu ikisi arasında "lubrikan-yağlayıcı" vazifesi görür
ve karışmalarını önler. Daha sonra akan sıvı yığının yüzeyindeki bir
çukurdan havaya doğru sıçrar. Bilim adamlarının video görüntülerinde,
yüzeyden havaya sıçrayan bu U şeklindeki akıntıyı net bir şekilde
görmek mümkün.

Önceleri bir yansıma olarak düşünülen Kaye etkisinin, aslında sıvının
incelmesi sonucu ortaya çıkan yağlama etkisi olduğunu keşfeden Versluis
ve meslektaşları, bu keşiflerini lazer ışını uygulamalarında kullanmayı
planlıyorlar. Böylece ışığın sıvı optik fiberler yoluyla nakledilme
olasılığı gerçek olabilecek.


Cool Yürüyen insanları uzaktan kumanda ile yönlendirmek


Bilim adamları, yürümekte olan insanları uzaktan kumanda ile
yönlendirebileceklerini kanıtladılar .Avustralya, Sydney'deki
araştırmacılar, gözleri bağlı deneklerin kulaklarının arkasına elektrik
akımı vererek, dengelerini ve navigasyonlarını etkilediler ve bu
şekilde bir botanik bahçesinin yollarında istedikleri yöne doğru
yürümelerini sağladılar. Aynı tekniğin sanal gerçeklik
simülasyonlarında veya taşıt tutmalarının tedavisinde
kullanılabileceğini ileri sürülüyor.


Bilim adamları yürürken hem dengemizi dik bir pozisyonda koruduğumuzu,
hem de belirli bir yöne doğru kendimizi yönlendirdiğimizi söylüyor.
Bunu başarabilmek için beynimiz gözlerimizden, kulaklarımızdan ve diğer
sinyallerden yararlanır. Bütün bunların bir uyum içinde çalışması,
oldukça karmaşık bir süreci gerektirir. Ancak gözleri bağlı olarak
yürürken (veya geceleri yürürken) kulaklar, denge ve navigasyon için
temel sensör vazifesi görür. İşte bilim adamları bu sensörlere müdahale
ediyor.

"Galvanik vestibüler uyarı-GVS" denilen bu uzaktan kumanda tekniğinde,
kulağın arkasındaki cildin üzerine elektrotlar yerleştirilir. Bunlar,
aralarında yarım daire şeklindeki kanallar da dahil olmak üzere
içkulakta dengeyi uyarır. Bu sıvı dolu tüpler kafanın hareket ettiğini
anlar ve beyne elektrik impulsları gönderir. GVS'nin yarattığı yapay
elektrik sinyalleri insanda kafasını oynatıyormuş duygusunu uyandırır.

Uzaktan kumanda ile yürüyen insanları yönlendirme yeni bir çalışma
değil. 1999 yılında ilk kez denenmesine karşın bugüne dek nasıl
çalıştığı tam olarak anlaşılamamıştı ve ilk başlarda denekler yürürken
dengelerini tam olarak sağlayamıyorlardı. Oysa yeni çalışmada insanlar
dengelerini kaybetmeden yürüyebiliyor. Bilim adamları şimdi tekniğin
yaygın bir şekilde kullanılabilmesi için kusurlarını gidermeye
çalışıyor. Bu sorunların çözümlenmesi durumunda GVS'ler uçuş
simülasyonlarında, sanal gerçeklik oyunlarında, taşıt tutmalarının
tedavisinde kullanılabilecek


9) Buzdağlarını oluşturan ve kıran etmenler aynı


1912 yılında Titanik'in batmasına ve 1500 kişinin ölümüne yol açan
buzdağı, tarihte ne ilk ne de sondu. Bu tarihten sonra 1987 yılında B-9
adı verilen 150 km uzunluğundaki başka bir buzdağı Antarktika'daki Ross
Ice Shelf'inden (Ross Buz Sahanlığı) koptu. Aynı sahanlıktan kopan
B-9'un küçük kardeşi B-15 buzdağı, Rhode Island boyutlarındaydı. Ancak
son günlerde gündemin ilk sıralarında yer alan en ünlü buzdağı B-15A.


B-15A'yı inceleyen buzul bilimciler, bunun Ekim 2005 tarihinde Alaska
Körfezi'nde meydana gelen bir fırtına'nın sonucunda ortaya çıkan dev
dalgalarla kırıldığını keşfettiler. Bu buluş bilim dünyasında şok
yarattı, çünkü dalganın B-15A'ya ulaşması için 13.500 km'lik bir
mesafeyi kat etmesi gerekiyordu. Çarpışma sırasında 100 x 30 km
boyutlarındaki buzdağı, Antarktika'nın Victoria Land bölgesinde
yüzüyordu. Alaska körfezi'nde patlayan bir fırtınanın dalgalarının
Antarktika'daki bir buzdağına çarptığını Chicago Üniversitesi'nden
Douglas MacAyeal rastlantısal olarak ortaya çıkarttı. MacAyeal ve
ekibinin, "buzdağı müziği" olarak nitelendirdikleri sesleri kaydetmek
üzere bölgeye yerleştirdikleri sensörler, bu büyük fırtınanın yarattığı
dalgaları da saptadılar. Bilim adamları bu keşiflerini Journal
Geophysical Research Letter'da yayımladı.

Bu yeni sonuçlar buzdağlarında ortaya çıkan dev çatlakların oluşumuna
ışık tutuyor. Cambridge Üniversitesi'ndeki İngiliz Antarktik Araştırma
kurumundan buzul bilimci David Vaughan bu keşfi şöyle açıklıyor: "Mega
buzdağlarını, buzul sahanlıklarından kopartan süreç, buzdağlarındaki
çatlakların oluşumundan da sorumlu"

B-15A'nın ana buzdağı olan B-15 Jamaika boyutlarında bir buzul
kütlesiydi ve Mart 2000'de ortaya çıkmıştı. Ross Ice Shelf'inden kopan
B-15, Ross Denizi'nde birkaç yıl yüzdükten sonra birkaç parçaya
bölündü. Bunlardan en büyüğü B-15A idi. Gezegenin üzerindeki en büyük
yüzer nesne olma özelliğini taşıyan B-15A, 15 Nisan 2005 tarihinde
Drygalski Ice Tongua adı verilen denize uzanan bir çıkıntıya çarptı.
Çarpışma sonucu çıkıntının ucu koptu ve B-15A'nın ilerleyişi durdu.

Ancak bu olay, büyük doğal felaketlere yol açtı. Kumsala oturan buzdağı
yaz rüzgârlarını kestiği için bölgede bulunan araştırma istasyonlarına
ikmal yapan gemilerin yolu tıkandığı gibi, Adelie penguenlerinin
yiyecek bulma yollarını uzatmış oldu.

Zaman içinde deniz akıntıları B-15A'yı yerinden oynatarak açık
denizlere sürükledi ve buzdağı burada kaçınılmaz sonu ile karşılaştı .
Vaughan, B-15A gibi devasa buzdağlarının ortaya çıkmasının küresel
ısınma ile bir ilgisinin olup olmadığını şimdilik bilmiyor ve
buzdağları nadiren oluştuğu için bu bağlantının kesinleşmesi zaman
alacak.


10) Çöken balonlarda füzyon iddiası üzerindeki tartışmalar şiddetleniyor


Nature dergisi, geçen yıl çöken balonlardaki füzyon konusuna kuşkuyla
yaklaşan bilim adamlarının görüşlerine yer verdi. Nükleer enerji
mühendisi Rusi Taleyarkhan, içeri doğru çöken balonlarda füzyon
yarattığını ileri sürmüştü. Bu iddia Science dergisinde 2002 yılında
ilk kez yayımlandığında bilim dünyasında fırtınalar yaratmıştı. Eğer bu
etki gerçek ise, bir gün sınırsız enerji kaynağı olarak devrim
yaratabilir.


Geçen ocak ayında American Physical Society, Taleyarkhan'ın füzyon
konusundaki son yorumlarını yayımlayınca, -aradan dört yıl geçmesine
karşın- Taleyarkhan'ın bu çalışması yeniden gündemin ilk sıralarında
yer aldı. Milyonlarca dolar bu çalışmanın tekrarlanması için harcandı.
Ancak çalışma hala doğrulanmadı.

Taleyarkhan ve çalışmalarına katkıda bulunanlar yarattıkları etkinin
gerçek olduğunu şiddetle savunuyorlar. Bu iddialarını desteklemek
amacıyla birkaç olumlu yazı daha yazdılar.

Ne var ki bugüne dek bu sonuçları onaylayan bağımsız bir destek henüz
söz konusu değil. Ayrıca Nature'ın sponsorluğu altında tekrarlanan
deneyler, çok ciddi sorulara zemin hazırlıyor. Purdue Üniversitesi'nde
Taleyarkhan ile birlikte çalışan bilim adamlarıyla yapılan söyleşiler,
fizik dünyasında ciddi kuşkuların bulunduğunu gösteriyor.

Son olarak Purdue Üniversitesi'nin, Taleyarkhan'ın en son makalesini
medyaya duyurmaya yanaşmamasının nedeni, üniversitedeki diğer öğretim
görevlilerinin füzyon deneylerinden bugüne dek pozitif sonuç
alamamalarına olabilir.[/size]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://belgelerim.soglam.net
Sezin
Süper Moderatör
Süper Moderatör
Sezin


Kadın
Boğa Sıçan
Kayıt tarihi : 16/05/08
Mesaj Sayısı : 924
Nerden : Türkiye
İş/Hobiler : Öğrenci
Lakap : Caesar
Ruh Hali : Bilimde Geçen Yılın 10 Önemli Keşfi Shock10
Tuttuğu Takım : Bilimde Geçen Yılın 10 Önemli Keşfi Gs190510
Uyarı : Bilimde Geçen Yılın 10 Önemli Keşfi 110

Bilimde Geçen Yılın 10 Önemli Keşfi Empty
MesajKonu: Geri: Bilimde Geçen Yılın 10 Önemli Keşfi   Bilimde Geçen Yılın 10 Önemli Keşfi I_icon_minitimeÇarş. Tem. 08 2009, 13:54

Tesekkrler Very Happy
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
M~B~Ç
Admin
Admin
M~B~Ç


Erkek
Aslan Ejderha
Kayıt tarihi : 16/05/08
Mesaj Sayısı : 6804
Nerden : nereye
İş/Hobiler : webmaster
Ruh Hali : Bilimde Geçen Yılın 10 Önemli Keşfi Yasasi10
Tuttuğu Takım : Bilimde Geçen Yılın 10 Önemli Keşfi Gs190510
Uyarı : Bilimde Geçen Yılın 10 Önemli Keşfi 110

Bilimde Geçen Yılın 10 Önemli Keşfi Empty
MesajKonu: Geri: Bilimde Geçen Yılın 10 Önemli Keşfi   Bilimde Geçen Yılın 10 Önemli Keşfi I_icon_minitimeÇarş. Tem. 08 2009, 14:15

Rica Ederim..
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://belgelerim.soglam.net
 
Bilimde Geçen Yılın 10 Önemli Keşfi
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: Haberler :: Bilişim Merkezi-
Buraya geçin: