Atatürk'ün ana fikrini verdiği ilk Türk operası '' Uyeol
Hoş Geldiniz!
Size Daha İyi Bir Hizmet Everebilmemiz İçin Sitemize Üye Olmanız Gerekmektedir..!

*Sitemize Üye Olunca Elinize Ne Geçer?
1.Üye Olarak Linkleri Görebilirsiniz..
2.İstediğiniz Kadar Paylaşım Yapabilirsiniz..
3.Sitemizde Online Olarak Chat Yapabilirsiniz..
4.Güzel Bir Forum Hayatı Yaşayabilirsiniz..
Atatürk'ün ana fikrini verdiği ilk Türk operası '' Uyeol
Hoş Geldiniz!
Size Daha İyi Bir Hizmet Everebilmemiz İçin Sitemize Üye Olmanız Gerekmektedir..!

*Sitemize Üye Olunca Elinize Ne Geçer?
1.Üye Olarak Linkleri Görebilirsiniz..
2.İstediğiniz Kadar Paylaşım Yapabilirsiniz..
3.Sitemizde Online Olarak Chat Yapabilirsiniz..
4.Güzel Bir Forum Hayatı Yaşayabilirsiniz..
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaKapıAramaLatest imagesKayıt OlGiriş yap
Sayfayı FaceBook'ta Paylaş

 

 ******'ün ana fikrini verdiği ilk Türk operası ''

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
M~B~Ç
Admin
Admin
M~B~Ç


Erkek
Aslan Ejderha
Kayıt tarihi : 16/05/08
Mesaj Sayısı : 6804
Nerden : nereye
İş/Hobiler : webmaster
Ruh Hali : Atatürk'ün ana fikrini verdiği ilk Türk operası '' Yasasi10
Tuttuğu Takım : Atatürk'ün ana fikrini verdiği ilk Türk operası '' Gs190510
Uyarı : Atatürk'ün ana fikrini verdiği ilk Türk operası '' 110

Atatürk'ün ana fikrini verdiği ilk Türk operası '' Empty
MesajKonu: ******'ün ana fikrini verdiği ilk Türk operası ''   Atatürk'ün ana fikrini verdiği ilk Türk operası '' I_icon_minitimeÇarş. Tem. 01 2009, 14:18

Atatürk'ün ana fikrini verdiği ilk Türk operası '' Img-hi



ATATÜRK’ÜN ANA FİKRİNİ VERDİĞİ İLK OPERA



ÖZ SOY DESTANI





Araş. Gör. Mustafa BAYIK



GİRİŞ



“Özsoy”, Ahmet Adnan Saygun’un daha 27 yaşındayken ve 2 ay gibi akıl
almaz bir sürede bestelediği Cumhuriyet tarihimizin seslendirilmiş ilk
opera eseridir.
Librettosu / yapıtın metni Münir Hayri Egeli tarafından kaleme alınmıştır.

Üç perdelik, dramatik türde bir opera olarak bestelenmiş olmakla
birlikte, 1982 yılında ******’ün 100. doğum yıl dönümü nedeniyle, tam
48 yıl sonra tekrar sahnelenmesi gündeme geldiğinde Saygun, bu 3
perdelik operayı, 1 perdelik bir özet hâline getirmiştir.
“Özsoy”un üvertürünün başlangıç akorlarında, bestecinin çok sağlam ve
özgün müzik karakterinin şaşırtıcı olgunluktaki ilk izlerini görüyoruz.
Daha ilk akorlarda eserin mistik yapısını hissetmek mümkündür. Bu sade
ve yoğun anlam yüklü yapı dikkat çekicidir.


Saygun’un daha sonraki dönemlerde bestelediği eserlerde yer verdiği
halk ezgilerinin yoğun ve karmaşık armonik yapısı bu eserde
görülmemektedir. Buna karşılık tonal müziğin vardığı en yüksek doruk
olan, Wagner’in müziğinde rastladığımız yoğun derinlik ve müzikal
ifade, adeta yıllar sonra Saygun’un müziğinde karşımıza çıkmaktadır.
XIX. yüzyıl romantik akımının esası olan ve Wagner’in zirveye
ulaştırdığı, dramın müzikle ifadesine (Gesamtkunstwerk), Saygun yeni
bir boyut katmıştır.
Doğunun duyarlılığını getirmiş, müziği Wagner’in bıraktığı yerden yeni renk ve akorlarla geliştirerek, doruğa ulaştırmıştır.







ÖZSOY’U YAZMA DÜŞÜNCESİ



Librettosu / yapıtın metni Münir Hayri Egeli tarafından yazılan “Özsoy”un ana fikrini bizzat ****** vermiştir.

İran şahına bir “opera” izlettirme fikri ******’ün aklına nereden
gelmiş olabilirdi? Ahmet Adnan Saygun’un anlatımından dinleyelim:
"Öyle sanıyorum ki iki düşünce O'nu bu arzuya itmiştir. O sıralarda
kendisinin İran ile yakınlaşmayı, iki devlet arasında sağlam bir
dostluk kurulmasını istediği anlaşılıyordu. Biri çoğunlukla Sünnî,
öteki çoğunlukla Şiî mezhebine bağlı bu iki devlet yüzyıllar boyu
düşmanca bir komşuluğu sürdüre gelmişlerdi. ******, işte bazen açık
bazen kapalı olan bu düşmanlığı dostluğa çevirmek, bunun için de din ve
mezhep konularını bir yana itip, iki milletin öz kardeşler oldukları
fikrini, bir İran efsanesine dayanarak ileri sürme düşüncesine kendini
kaptırmış olmalıdır. ****** böyle bir fikri, Şah ile karşılıklı
söyledikleri nutuklar sırasında da ortaya atabilirdi. Fakat, sahnenin
hareketinden ve musıkinin gücünden yararlanarak, bu fikri bir sanat
havası içinde işlemenin, heyecanla beslenen duygular üzerinde büyük
etkisi olacağını düşünmüş olmalı idi. Nitekim, 19 Haziran 1934
tarihinde, Ankara Halk Evinde yer almış olan ilk temsilin hemen
ardından iki devlet başkanı Dışişleri Bakanlığı'na giderek orada Türk -
İran dostluğunun temelini atmışlardır.


İkinci düşünceye gelince; ****** herhalde yine bu Türk İran dostluğu
bakımından Şaha büyük bir itibar göstermek ve onu mümkün olduğu kadar
etkilemek istemiş olsa gerektir. Nitekim Şah'a elbetteki Türkiye'nin
şehirlerini, o zaman var olan bir iki fabrikasını gösterebilecekti,
fakat bütün bunlar İran'da da vardı veya olabilirdi. Ama bir musıkili
sahne eseri Şah için yepyeni bir şey olacaktı. Gerçekte bu kendisi için
de yepyeni bir şeydi.


Daha önce tek sesli geleneksel Türk müziğinin bestecinin genellikle
kendi bireysel duyarlığını, acısını, kederini dile getiren lirik
yaklaşımlardan, duyarlıktan ibaret kaldığını söylemiştim.
Bu da kuşkusuz bir anlatım unsuruydu.

Ama öteki şiirsel unsurlar da vardı.” Ünlü müzik bilginimiz Cevat Memduh Altar sıralıyordu:

"Yalnız Lirizm ile iş bitmez. Onun yanında hayatın her şeyiyle kendisi,
hayat gerçeğinin acımasız dorukları olmanın niteliğini taşıyan:
Mitoloji, mitolojik-epik, dramatik yada trajik duyarlıkların işlenecek
konunun özelliklerine uygun oranlarda rol almaları zorunludur; ve
bunları tek sesli bir müziğin salt melodik yapısı içinde değerlendirmek
imkânsızdır. Sanatçının eserinde, yukarıda geçen şiirsel unsurları
algılayış gücü ve işleyeceği konunun karakteri gereği
biçimlendirebilmesi; ancak çoksesli tekniğin oluşturabileceği, zengin
olduğu kadar karmaşık da olan bir anlatım dokusu içinde mümkün
olabilmektedir. Bu işler için, operaların, senfonilerin, senfonik
şiirlerin, eşlikli ve eşliksiz büyük çaptaki koro eserlerinin meydana
getirilmeleri gerekmektedir."


******’ün müzik reformundan beklediği de budur;



bu sebeple kendisi “Özsoy”da olduğu gibi, bu konuda ilk ve en güzel örneklerin verilmesine ön ayak olmuştur.



******’ün fikir babası olduğu “Özsoy”un, 19 Haziran 1934 günü
dağıtılan broşürünün 3. ve 4. sayfasında yer alan görev dağılımı
belgesel önem


taşımaktadır. Bu görev dağılımını aşağıda sunuyorum:



ÖZSOY OPERASI







ÖZ SOY Destanı



3 Perde 12 Tablo



Yazan ve Sahneye Koyan: Münir Hayri



Besteleyen ve Orkestra Şefi: Ahmet Adnan (SAYGUN)



Orkestra: İstanbul Konservatuarı yaylı sazlar heyetiyle Riyaseti Cümhur Bando Heyeti



Dans ve korografi : Selma ve Azade Selim Sırrı



Sahne: Hami



Dekor ve kostümler : Mahmut - Galip



Koro idaresi : Muallim Halil Bedi, Mediha Adnan.



Koro: Ankara Kız lisesi, Ankara Kız orta mektebi, Ankara Beden Terbiyesi Enstitüsü talebesi



Konduit : Şevket



Suflör : Enver Necip



Rol Bölümü



Ozan : Hamdi Selçuk



Baş Şaman : Salih Bey



Köse Ağa : Salih Bey



Birinci Bey: Fethi Bey



Züppe: Fethi Bey



İkinci Bey: Kemal Bey



Bir Zabit : Kemal Bey



Kaymakam: Kemal Bey







Felekler



Nigar Hanım, Muhsine Hanım, Muazzez Hanım, Yıldız Hanım, Nüzhet Hanım, Nimet Hanım.



Feridun: Gazi Terbiye Enstitüsü muallimlerinden Nurullah Şevket Bey



Ses : Gazi Terbiye Enstitüsü muallimlerinden Nurullah Şevket Bey



Hantun (UluAnne): Konservatuar muallimlerinden Nimet Vahit Hanım



Ahriman : Süleyman Bey



Ayşım: İstanbul Konservatuarı talebelerinden Semiha Hanım



Mehmet: Gazi Terbiye Enstitüsü muallimlerinden Ö.C.Bey



Bir Köylü: Bedri Bey



Sarıklı: Bedri Bey



Politikacı: Hayati



Tembel, Sefih ,Bedbin: Semiha Hanım







İraç



Danslar: Selma ve Azade hanımların idaresinde Kız Lisesi ve Orta
mektebi talebelerinden Perran – Leyla – Vesamet – Belkıs – Nedret –
Enise - Melahat hanımlar.







Perde açıldığında sahnede görülen ozan, ezelî Türk yüceliğini sayıp
dökeceği destanına koyularak dinleyicilerin hayalini kırk bin yıl
evvelki Feridun’un ülkesine çeker.
Bu tiradda ******’ün ulus, din, devlet konularındaki görüşlerine ışık tutulmaktadır.



Arpın büyülü melodisiyle ozan tiradını seslendirmeye başlar :



“Ben ne puta tutkunum, ne de yara vurgunum,



Elimde destanımla yalnız hakka bakarım.



Doğruyu anlatırım, gönüllere akarım.



Gönlü açık olanlar elbet beni severler.”



Dizelerinde Asya Türklerinin eski inancı, Şamanlıktan hak dine, İslam’a geçiş vurgulanmaktadır.



Son bölümde ise tasavvuf felsefesinin büyük ozanı Yunus Emre ile bir bağlantı kurulmuştur.



Gönül gözünün açık olması deyimi, tasavvufta, ilâhî aşkın tanımlamasıdır.



* Tiradın devamında, yeni milletin kültür yapısı betimlenirken
kaynakların, Batıdan veya Doğudan değil, kendi tarihimizden alınması
gerekliliği


vurgulanmaktadır:



“Ben, ne Homeros gibi; hayali yavuzlar,



Tanrılarla sevişen kızcağızları anlatmaktan hoşlanır



Ne de eski Fin’lerin Kalavala’sı gibi, insanlarla cinlerin,



Döğüşünü süslerim hayal enginlerinde



Ben Firdevsi değilim,



Kendi dar anlayışımdan, güzel renkli savaşlar yaratıp,



İninde uyuyan aslanları kamçılamam



Ben vatan yavuklusu ozanım



Öz tarihi söylerim, olmuşu iletirim,



İşte böyle beylerim.”



******’ün görüşleri doğrultusunda yazılan bu satırlarda da görüldüğü gibi, iman ve vatan yeni milletin en temel unsurlarıdır.



* Toplumun ilerlemesi, çağdaşlaşması için başvuracağı kaynakların,
kendi geçmişinde varolduğu ve bu geçmişten hareket edilmesi gerekliliği
bakın


nasıl anlatılıyor :



“Tarih diyor ki bize,



Uygarlıklar ırmağı brakisefal soyda buldu, özlü kaynağı



Bu soy, Asya’dan çıktı, dört bir yana dağıldı



Bu tarih, yükselişin, başlangıcı sayıldı



Avrupa, Anadolu, İran, ve orta yayla uygarlığa girdi



Bakın, bu büyük soyla zaman durur mu?



Sakın zaman durur sanma, duran düşer



ilerden başkasına inanma.”





Dağılmış Türk boylarını bir araya toplamayı başaran Hakan Feridun’un
temsil ettiği kişilik, dağılmış Osmanlı İmparatorluğunu yeni bir ulusta
birleştiren


******’ten başkası değildir.



Bu birlikteliği sağlayan ortak değerlere, Hakan Feridun, iki oğlunun
dünyaya gelişinin kutlandığı gece, yapılan dualarda örnekler veriliyor.



Sade fakat etkileyici armonik yapısıyla koro duasına başlıyor :



* Hakan’ın yaveri yurdun dört bir yanından gelen beylere seslenmektedir.



(Hakan’ın Yaveri)



“Dört yanın, doğunun, batının, gün ortasının ve Kara



Yurdun beyleri. Bu mavi gecede Ulu Hakan Feridun’un



Çağırışına kulak verdiniz ve buraya toplandınız.”



Beylerle aralarında geçen konuşmadan sonra bir asker, Hakan Feridun’un gelmekte olduğunu müjdeler.



Hakan Feridun koronun coşkuyla seslendirdiği partisyonla içeri girer :



(KORO)



“Yaşa yaşa Feridun sen başımızda var ol.



Sana mutlu dilekler getirdi bu örük kul”





* Doğum için gelen beyleri selâmlar ve şan tekniği açısından çok zor olmayan aryasını söylemeye başlar :



“Derin göklerden akan yüce yavuz kartallar.



Sizi seçtiğiniz bey öz yürekten selamlar.



Atılınca karayı silecek gibi hırçın



Kanadınızla siz en varılmaz en yalçın



Kayaları yıkarak nur saçan beylersiniz



Ününüz yüce olsun. Yurduma hoş geldiniz”



Tekrar koro Hakan Feridun’a cevap verir. Burada bestecinin Wagner’in müziğinden etkilendiğini açıkça hissedebilmekteyiz:



(KORO)



“Yaşa yaşa Feridun sen başımızda var ol.



Sana mutlu dilekler getirdi bu örük kul”







(HAKAN FERİDUN)







“Size şölen hazırdır. Kurbanlar sizi bekler.



Bu saadetli günde nur getirdiniz beyler.



Hep kollar göğe kalksın yere kapansın dizler.



Benimle bir oldunuz dua ettiniz sizler.”







(KORO)







“Hep kollar göğe kalksın yere kapansın dizler.



Sizinle bir olalım dua edelim bizler.”







Hakan Feridun koro ile birlikte aşağıdaki, Tanrı’ya yakarışını içeren tiradını okumaya başlar.



“Tanrım, bu güzel geceyi,



En güzel umutlarla doldur, nurunla doldur



Sen ey ışık kaynağı



Dileklerin yapıcısı



Umutlarını sana bağlayanların, koruyucusu



Ulu Tanrı



Yüce Tanrı



Çok cahiller, seni gökte arar, yerde ister



Sen inananların gönlündesin



Ulusumuzu daima aydın ufuklara yönelt tanrım.”







Tanrı’ya bu yakarıştan sonra, bir haberci tarafından Feridun’a müjdeli
haber iletilir ve Hakan’ın ikiz çocukları olduğu haberi verilir.


Hakan Feridun’un ikiz oğulları, Tur ve İraç’ın temsil ettiği “Özsoy”, Türk ve İran halkının kardeşliğini temsil etmektedir.



Feridun’un hanımı Hatun’un iki yavrusuyla gelmekte olduğu haberi gelir. Koronun Hatun’a seslenişi duyulur.



(KORO)



“Selam senindir hatun, senindir ayla güneş



Bu ikiz tosunla sen sayılırsın göğe eş.”





Daha sonra koro karşılama seramonisini bitirdikten sonra Hatun ile
Hakan Feridun arasında etkileyici aynı zamanda duygusal bir düet
başlar:


(HATUN)



“Yurda armağan olsun hakanım bu çifte kurt



Şayet bir gün görürse kara gün bu güzel yurt



Biri arslan biri kurt olarak saldırsınlar.



Yeryüzünden kötülüğün kökünü kaldırsınlar.



Kadına annelik vatan severliktir bey”



(HAKAN FERİDUN)



“Kadın anne olunca feleğin ömrü uzar.



Yerler göğe yaklaşır. Nurlar gözleri sular.



Bugün senin ününü haykırmak istiyorum.”
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://belgelerim.soglam.net
M~B~Ç
Admin
Admin
M~B~Ç


Erkek
Aslan Ejderha
Kayıt tarihi : 16/05/08
Mesaj Sayısı : 6804
Nerden : nereye
İş/Hobiler : webmaster
Ruh Hali : Atatürk'ün ana fikrini verdiği ilk Türk operası '' Yasasi10
Tuttuğu Takım : Atatürk'ün ana fikrini verdiği ilk Türk operası '' Gs190510
Uyarı : Atatürk'ün ana fikrini verdiği ilk Türk operası '' 110

Atatürk'ün ana fikrini verdiği ilk Türk operası '' Empty
MesajKonu: Geri: ******'ün ana fikrini verdiği ilk Türk operası ''   Atatürk'ün ana fikrini verdiği ilk Türk operası '' I_icon_minitimeÇarş. Tem. 01 2009, 14:19

* Yedi feleklerin gelmekte olduğu müjdelenir.

Hakan Feridun şölen hazırlanması için talimat verir.

Kutlama gecesinde, yeni doğan çocuklara, kaderleri için dileklerde
bulunan “felekler”, bu kardeşliği nasıl dile getiriyorlar, şimdi de
buna göz atalım:


2. Felek :



- Bu yavrular ve onların öz soyu çoğalsın, boyları en eşsiz yurdu bulsun, yer yüzünün en güzel yurduna sahip olsun.



3. Felek :



- Her ne vakit el ele verip tutuşsalar, yeryüzü ışık dolsun sulh, bereket ondan doğsun.



4. Felek :



- Bu çocukların, çağlar boyu sürüp gidecek soyları, hiçbir zaman
unutmasınlar, kardeş olduklarını ve her zaman, yüz yılların gerisinde
kalacak olan bu anı hatırlasınlar.


6. Felek :



- Bu çocuklar yaşlanacaklar elbet. Ancak ne zaman soyları, derin derin
üzerlerine çökecek, karanlık bulutlardan sıyrılır ve yeni bir nur
başlarsa, bunlar kaybedecek aksakallarını, yeniden genç olacaklar ve
böylece kaderleri, soylarının yenilmez bahtına bağlanacak.


* *******’ün İran’la dostluğa ne kadar önem verdiği, bu satırlarda dile getirilmektedir.



İran Şahının ziyaretine gösterdiği ilgi, 2 ay gibi kısa bir sürede
opera hazırlama imkânsızlığını bildiği halde bu konuda diretmesinden
belli olmaktadır.


Şimdi final bölümü olan, Hakan Feridun’un çocuklarına isimlerini koyduğu bölümü inceleyelim :



“Sen ey nur topu çocuk,



Senin adın Tur olsun



Kutlu rengin mavi, esin ay



Yoldaşın kurt olsun







Sen ey sevgili çocuk



Senin de adın Iraç olsun



Nurun Yeşilden çıksın, güneş seninle parlasın



Yoldaşın arslan olsun



Ve her ikiniz de, cesaretin, erliğin rengi olan, al ile, paklığın rengi, beyaza birlikte sarılın.”







*Feridun, Iraç adını koyduğu oğluna, “nurun yeşilde çıksın, güneş
seninle parlasın, yoldaşın arslan olsun” derken, İran’ın ortak manevî
değerlerini ortaya koyuyor ve bayraklarındaki sembolleri anlatıyor.


*Her iki oğlunu, cesaretin, erliğin, temizliğin sembolü olan Türk bayrağında birleşmeye çağırıyor.



Çocuklarına isimlerini koyduktan sonra Feridun şenliğin başlaması için talimat verir.



1982 yılında Saygun’un 3 perdelik “Özsoy” operasını 1 perde olarak kısalttığını yazımın başında belirtmiştim.



Adnan Saygun “Taş Bebek” operasında yer alan “Sihir Raksı” isimli müziği bu bölüme yerleştirmiştir.



Türk halk müziğimizin armonize edilmiş yansımalarını bu bölümde dinleyebiliyoruz.



Son bölümde gök gürültüsüyle orkestranın kasvetli akorları dinleyiciyi tedirgin bir ruh haline sürükler.



Hatun iki çocuğuyla birlikte kendisini Ahriman ile karşı karşıya bulur.



Ahriman bir şölen olduğunu işittiğini söyler ve bu şölene çağırılmadığı
için bundan şikayetçidir, çağırılmadığına çok sinirlenmiştir.


Orkestranın panik hissi veren tınısı içinde Hatun, Ahriman’ın
kendisinden ne istediğini sorar. Ahriman, Hatun için değil çocuklar
için geldiğini söyler.


Hatun ise bir anne şefkatiyle yavrularını kucaklar. Ahriman’a
çocuklarını öldürüp öldürmeyeceğini sorar. Ahriman buna gücünün
yetmeyeceğini söyler.


Yalnız bu iki genci, soyları arasında meçhul kalmaya mahkum ediyorum der ve devam eder kahkaha atarak:



“Bu iki bebek el ele verecek ve dünya bundan ışık bulacak ha” der.



Bu dileğin amacına aykırı olduğunu vurgular. Hatun bu kötülükleri
yapmaması için Ahriman’a yalvarır. Ahriman bunu reddeder. Hatun
Tanrı’ya yalvarmaya başlar ve bu yakarışlar sonrasında bir ses duyulur:



(KORO)



“Hatun üzülme sakın.. Annelik safası dert



Bazı cilvesi onun görünürse bile sert



Annenin sesi gök kubbede cevap bulur



Annenin dilediği ne ise öyle olur.”





ve arkasından şu ses duyulur :



Hatun merak etme sakın. Ahrimanın dilediği ancak üç defa yerini
bulabilir. Senin yavruların bir dördüncü defa el ele verirlerse bir gün
Ahriman çatlayacak yer yüzü nur dolacak…


Bu sözlerin ardından perde iner.



*** Dünya müzik tarihinde, büyük bir devlet adamı ve bir sanatçının birlikte yarattığı, belki de tek operadır “Özsoy”.



Sonuç olarak bu mitolojiye göre yeryüzünde insanlar türedikten bir
müddet sonra dünyada karanlıkla ışığın çarpışması başlamıştır.


Karanlıkla aydınlığın bu ezeli döğüşü, bu en eski inanıştan bütün milletlerin dinî inançlarına geçmiş ve kalmıştır.



Nihayet bir gün gelmiş ki karanlık ve kötülükler insanlığı ele geçirmiş ona hükmetmeye başlamıştır.



Bu, Firdevsi’nin ölmez eseri Şehname’de “Dahhak” olarak canlandırılmıştır.



Bu zalimin karanlığı asırlarca sürmüş nihayet bir demirci, Türk
versiyonunda “Boz kurt” İran versiyonunda “Gave” ortaya çıkmış bu
karanlığı dağıtmıştır.


Yeniden ışığa kavuşan insanlar başlarına bir Bey seçmişlerdir: “Feridun”.



İşte Münir Hayri, mitolojinin bu güzel noktasını eserine konu olarak
almış ve XIX. yüzyıldaki Alman millî tiyatrosunun yaratıcılarının
kullandığı tekniğe başvurarak Feridun hikâyesini Zendavesta, Şehname ve
Efrasyap destanlarıyla Hint ve Uygur mitolojilerindeki en uygun
parçalarla bağlayarak
Öz Soy’u meydana getirmiştir.



Asıl mitolojiye göre Feridun’un üç oğlu olmuş ve bunlardan



*Tur bütün Asya’ya hakim olarak Turanîlere ata olmuş,



*İraç İran’da kalmış ve İranilere ata olmuş,



*Selm’de Avrupa’ya giderek Avrupa Arilerine baba olmuştur.



Münir Hayri bu mitolojinin Tur ve İraç’ın doğumuna ait olan kısmını almış ve onu genişletmiştir.



Bu noktada da efsaneyi bırakıp doğrudan doğruya tarihe yönelmiş ve
bilim dünyasında kabul gören brakisefal soy benzeyişine dayanarak
konuyu tarihe mal etmiştir.


KAYNAKLAR



1. ALTAR, Memduh Altar, “Opera Tarihi”, Pan Yayıncılık, İstanbul 2001.



2. İLYASOĞLU, Evin, “Zaman İçinde Müzik:Başlangıcından Günümüze Örneklerle Batı Müziğinin Evrimi”, İstanbul 1999.



3. ONAY, Ersin, “****** ve Müzik”, http://www.bilkent.edu.tr/~dos/bilkentl ... 0-ata.html



4. “Özsoy Destanı”, Аnkara Halkevi Sahnesi, 19 Haziran 1934. (İlk temsilin program kitapçığı).



5. REFİĞ, Gülper, “****** ve Adnan Saygun”, Boyut Yayıncılık, İstanbul 1997.





Bendeniz her satırını okurken duygu yoğunluğu yaşadım ....



Başta Atam olmak üzere emeği geçen herkese teşekkürlerimi saygılarımı , sevgimi sunuyorum .
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://belgelerim.soglam.net
M~B~Ç
Admin
Admin
M~B~Ç


Erkek
Aslan Ejderha
Kayıt tarihi : 16/05/08
Mesaj Sayısı : 6804
Nerden : nereye
İş/Hobiler : webmaster
Ruh Hali : Atatürk'ün ana fikrini verdiği ilk Türk operası '' Yasasi10
Tuttuğu Takım : Atatürk'ün ana fikrini verdiği ilk Türk operası '' Gs190510
Uyarı : Atatürk'ün ana fikrini verdiği ilk Türk operası '' 110

Atatürk'ün ana fikrini verdiği ilk Türk operası '' Empty
MesajKonu: Geri: ******'ün ana fikrini verdiği ilk Türk operası ''   Atatürk'ün ana fikrini verdiği ilk Türk operası '' I_icon_minitimeÇarş. Tem. 01 2009, 14:19

Şimdi Andan Saygun beyefendinin sözlerini okumalıyız ....







****** ve Cumhuriyet Devrinde Türk Operasında ilk kımıldanış...



1934 Ankarası... Cebeci'deki Musıki Muallim Mektebinde geleceğin müsıki
öğretmenlerini yetiştirme gayretleri içindeyiz.Cumhurbaşkanlığı
Orkestrası aynı binanın küçük salonunda konserlerini veriyor,
Cumhurbaşkanlığı Bandosu eski Meclis bahçesinde açık hava konserlerini
tertipliyor,Halkevinde 'revue'adı altında,musikileri şurdan burdan
derlenmiş şeyler gösteriliyor.Tuhaf şey...


O sıralarda kendimi gittikçe yalnızlığa itilmiş gibi hisseder
olmuştum.Hatta dersim 'lüzumsuzluğuna bibaen' kaldırılıvermişti.Adeta
sokakta yapayalnız kalmış gibiydim.

İşte tam bu sıralarda bir mucize oldu.Öyle bir mucize ki,benim
hayatıma yeni bir yön vermesi bir yana, sonuçları bakımından Türk sanat
hayatına yeni ufuklar açan bir mucize...


O acılı günlerimden bir gün yanıma merhum Münir Hayri Egeli geldi:



Kısa bir zaman sonra o zamanki İran Şahı Rıza Pehlevi Türkiye'ye gelecekmiş.



Bu münasebetle 'Gazi Hazretleri' Şah Hazretlerine bir opera gösterilmesini arzu ediyormuş.



Mevzuuda bizzat tesbit etmişler.Librettoyu/ yapıtın metnini ,konuya uygun olarak Münir Hayri hazırlamış.



Şimdi bana soruyor:'Bunun musikisini sen yazar mısın?'



Şaşkına döndüm:Bir aydan belki biraz daha fazla bir zaman içinde bir opera?



Eser yazılacak,orkestraya düzenlenecek, solistleri, korosu, orkestrası
öğrenecekler ve temsil olunacak!Kiminle,hangi solistlerle, hangi koro
ile?



Sonra bu işi yapacak olan bir kenara atılmış olan ben...



Münir Hayri bu operanın her halda yazılıp temsil olunmasını ******
önemle arzu ettiğine ve ilgililerce benim bu işi üzerime almam uygun
görüldüğüne göre, prensipte mutabık kalırsak işin gerçekleşmesi için
her şeyin yapılacağını söyledikten sonra beni aldı ve bizi
sabırsızlıkla beklediği her halinden belli olan merhum Necip Ali
Küçüka'nın evine götürdü.

Orada librettoya bir göz gezdirdim:Uzun ve birçok soliste ihtiyaç gösteren bir metin idi.Düşünüyordum...



Bir süre düşündükten sonra kararımı verdim:



İstanbul'dan Nimet Vahit ve Semiha Berksoy Hanımlar
gelmeli,Ankara'da Nurullah ve Halil Bedii sağlanmalı,bazı gençleri
sınamam için imkan verilmeli idi.



Eserin asıl yükü Nimet Vahit ile Nurullah'ın omuzlarında olacak,
gerekirse, başka çare bulunmazsa Nurullah iki büyük rolü kabul
edecekti.



Öteki şahıslara gelince, onlar sadece konuşacaklar, gerektiğinde solistlerimde konuşmalara katılacaklardı.



Bu aktörleri halkevinin temsil bölümü kadrosundan bulmak zor olmadı...



Koroya gelince; bunu da, belki, Ankara Kız Lisesinin ve o zamanki
adıyla, İsmetpaşa Enstitüsünün kabiliyetli kızlarıyle Gazi Terbiye
Enstitüsünün kabiliyetli erkekleri aeasından bir seçme yapmak suretiyle
meydana getirmek mümkün olurdu...


Keza, orkestrayı sağlamakta benim gücüm dışında idi...Neyseki, bir iki
gün sonra Münir Hayri bu işide, şeytanca bir yoldan halleder gibi
oldu...


Ah bu çalışma...Zaman kısa, imkanlar son derece sınırlı.



Gündüz piyano başındayım sağımda Nimet Vahit, solumda Nurullah, önümde eserin sözleri.



Nimet olsun, Nurullah olsun, sözbirliği etmişçesine:



'Aman, Allah aşkına, zor olmasın.Alışkın olduğumuz ve kolay söyleyip ezberliyebileceğimiz bir tarzda olsun...'



Akşam üzeri arkadaşlar biraz nefes almak için Gazi Orman Çiftliğine gitmişlerdir.



Ya ben...Biraz sonra Cumhurbaşkanlığı Bandosundan beş müzisyen
gelecektir ve benim gece sabaha kadar tek tek sayfalara yazdığım
orkestra partiturunu elden ele geçirerek orkestra materyalini
hazırlayacaklar, benimle birlikte sabahlayacaklardır...



Ama içimiz coşkun.Yalnız benim değil, bütün görev almış arkadaşlarım içi şevkle kaynamaktadır.



Ben artık yaşlandığım için bilemiyorum:



Acaba bizim o atılım üstüne atılım yıllarında, ******'le geçen o
yıllarımızda, O'nu görsek de görmesek de, O'nunla konuşsak da
konuşmasak da, içimizde duyduğumuz o dinmek bilmez heyecanı, sönmek
bilmez ateşi şimdiki kuşaklar nasıl duyuyorlardır?

Gönül ister ki o heyecan hiç sönmesin, çağdaş uygarlık düzeyine
erişmek, hatta, Ata'nın deyimiyle, onun üstüne çıkmak yolunda çağa ve
koşullara uygun atılımlar birbirini kovalasın...Ve bu ateş gönüllerde
yansın, tutuşsun...


Ya orkestra?...Aklıma İstanbul'da o yıllarda aziz dostum, değerli
müzisyen Cemal Reşid Rey'in kurmuş olduğu yaylı sazlar orkestrası
geldi.Bu orkestra, Cumhurbaşkanlığı Bandosunun bir kısım nefesli
sazlarıyla birleştirilip yeni bir orkestra yaratılamaz mıydı?Tek çıkar
yol buydu...


Derken, bir gün Halkevi salonunun localarının birinde yabancı simalar belirdi;ertesi gün daha başkaları...



Ve nihayet üçüncü gün ****** bizzat çıkageldi.



Herkeste heyecan ve endişe son haddine varmıştı.



Bana gelince, heyecan ve endişe galiba bende yerini sabır ve tevekküle bırakmıştı.



Ama, kısa provanın sonunda locasından ayağa kalkan ******'ün salonda çınlayan sesi yüreklere su serpti:



''Bravo!..Bravo!.. Devam edin!''



Akşam oldu, el ayak çekildi.Yalnız Halkevinin kitaplığında ben ve beş
korist arkadaşım, bir sessizlik içinde yazıyor yazıyoruz.Saat onbir
sularıydı.Birden Halkevinin kapısına vurulan sert darbelerin
gürültüsüyle irkildik.Gelen Münir Hayri, heyecan içinde, bana adeta
bağırırcasına sesleniyor:


'Çabuk kalk!..Gazi Hazretleri bizi bekliyor!'



Nihayet Çankaya'da Mustafa Kemal'in, Gazi'nin huzurunda idim.

Çocuk yaşımda ceket yakamın altına gizlediğim fotoğrafı, dergideki
resmi, dolu dizgin Çeşme'ye yönelen atlılar, Kemeraltı'nda sanki toz,
toprak içinde sakin, vakur, biz sokaktakileri selamlıyan Mustafa
Kemal...

Hepsi, hepsi bir anda gözlerimin önündeydi.O gecenin tafsilatını burada verecek değilim.

Yalnız iki şey:

Biri, benim düşünmüş olduğum gibi bir orkestranın hemen kurularak,
benim yönetimimde (bunu O arzu etmişti), çalışmalara başlanması emri;
İkincisi, hiddet ve şiddetle konuştuğu bir sırada söylediği, hala kulaklarımda çınlıyan şu sözler:



''...Bu bir inkilap hareketidir!..''



Evet, bir inkilap hareketi, ben de hiç düşünmediğim, belki çok kötümser
duygularla dolu olduğum bir anda kendimi bir 'inkilap hareketi'nin
içinde bulmuştum.

İlk temsil ****** ile İran Şahının huzurlarında yüz akıyla yapıldı.

Bir kaç gün sonra İstanbul'a gitmiştim, ki ******'ün ertesi günü
beni Yalova'de beklediği merhum Salih Bozok tarafından bildirildi.Üç
buçuk - dört saat kadar süren bu ikinci görüşmeden sonra daha birçok
kez Çankaya'da huzurlarında bulunmak benim için büyük bahtiyarlık
oldu.Benim bulunduğum toplantılarda sanata ve özellikle musıkiye geniş
yer verilirdi.



Nitekim 'Devlet Musıki ve Temsil Akademisi 'kurulması hakkındaki kesin telkinlerini o zamanlar yaptı.



Böylece de, Devlet operalarının, Devlet balelerininin ve Devlet
Tiyatrolarının tmel kaynağı olan DEVLET KONSERVATUARI, kısa bir zaman
içinde Ankara'da kuruldu.


Cumhuriyet devrinde ve ******'ün telkinleriyle Türk Operasına doğru ilk adım işte böyle atılmıştır.



Benim yazmış olduğum eser, güzel sanatlar konusu üzerindeki
düşüncelerini esasen yıllarca önce dile getirmiş olan ******'te belki
fikirlerin billurlaşmasına imkan hazırlamıştır.En güç koşullar altında,
ama büyük bir heyecanla gerçekleştirilmiş olan bu ilk sahne tecrübemin,
bu itibarla, gönlümde ayrı bir yeri vardır.


Adnan Saygun



(Kültür ve Sanat, sayı:2, Ekim 1973)





***** Saygımla , onurla sizlerle paylaşmak istedim .



Bu günkü Türk insanının Atasını / Mustafa Kemal'i doğru tanıması , doğru bilmesi için ....



İdris-Abi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://belgelerim.soglam.net
 
******'ün ana fikrini verdiği ilk Türk operası ''
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: Türk ve Dünya Tarihi :: Mustafa Kemal ATATÜRK :: Fikir ve Devrimleri-
Buraya geçin: