Atatürk'ün Katıldığı Savaşlar Uyeol
Hoş Geldiniz!
Size Daha İyi Bir Hizmet Everebilmemiz İçin Sitemize Üye Olmanız Gerekmektedir..!

*Sitemize Üye Olunca Elinize Ne Geçer?
1.Üye Olarak Linkleri Görebilirsiniz..
2.İstediğiniz Kadar Paylaşım Yapabilirsiniz..
3.Sitemizde Online Olarak Chat Yapabilirsiniz..
4.Güzel Bir Forum Hayatı Yaşayabilirsiniz..
Atatürk'ün Katıldığı Savaşlar Uyeol
Hoş Geldiniz!
Size Daha İyi Bir Hizmet Everebilmemiz İçin Sitemize Üye Olmanız Gerekmektedir..!

*Sitemize Üye Olunca Elinize Ne Geçer?
1.Üye Olarak Linkleri Görebilirsiniz..
2.İstediğiniz Kadar Paylaşım Yapabilirsiniz..
3.Sitemizde Online Olarak Chat Yapabilirsiniz..
4.Güzel Bir Forum Hayatı Yaşayabilirsiniz..
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.



 
AnasayfaKapıAramaLatest imagesKayıt OlGiriş yap
Sayfayı FaceBook'ta Paylaş

 

 ******'ün Katıldığı Savaşlar

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
M~B~Ç
Admin
Admin
M~B~Ç


Erkek
Aslan Ejderha
Kayıt tarihi : 16/05/08
Mesaj Sayısı : 6804
Nerden : nereye
İş/Hobiler : webmaster
Ruh Hali : Atatürk'ün Katıldığı Savaşlar Yasasi10
Tuttuğu Takım : Atatürk'ün Katıldığı Savaşlar Gs190510
Uyarı : Atatürk'ün Katıldığı Savaşlar 110

Atatürk'ün Katıldığı Savaşlar Empty
MesajKonu: ******'ün Katıldığı Savaşlar   Atatürk'ün Katıldığı Savaşlar I_icon_minitimeSalı Haz. 30 2009, 20:13

******'ün Katıldığı Savaşlar






Atatürk'ün Katıldığı Savaşlar 1k

******'ün Katıldığı Savaşlar (I. Bölüm)

Osmanlı İmparatorluğu Döneminde Katıldığı Savaşlar


I - TARBLUSGARP SAVAŞI

İtalya, 19. yüzyılın sonlarına doğru, bugün Libya adıyla anılan Kuzey
Afrika'daki Trablusgarp ve Bingazi'yi ile geçirmeyi planlamıştı. O
dönem İngiltere Mısır'a, Fransa da Tunus'a hakim olmuş, İtalya da
gözünü Trablusgarp'a dikmişti. İtalya, İngiltere ve Fransa'yla yaptığı
gizli ve açık anlaşmalarla Trablusgarp'ı işgal onayını aldıktan sonra,
29 Eylül 1911'de Osmanlı Devleti'ne savaş ilan etti. 5 Ekim 1911'de
Trablus'a asker çıkardı. 20 Ekime kadar peş peşe Tobruk, Derne ve
Bingazi İtalyanların eline geçti. Osmanlı ordusunun genç subaylarından
bir bölümü Trablusgarp'ı savunmak için gönüllü olarak Mısır, Tunus
yoluyla cepheye gittiler. Binbaşı Enver Bey, Kolağası Mustafa Kemal,
Fuat Bey (Bulca), Nuri Bey (Conker), Fethi Bey (Okyar), Albay Neşet Bey
bu subaylar arasındaydı. Enver Bey, Trablus'ta yerli Arapları
teşkilatlandırarak savunmaya katılmalarını sağladı ve Askeri birlikleri
üç komutanlığı ayırdı.

Trablus Komutanlığı : Kurmay Albay Neşet Bey
Bingazi Komutanlığı : Kurmay Binbaşı Enver Bey
Derne Komutanlığı : Kurmay Binbaşı Mustafa Kemal

Seyahati sırasında binbaşılığa yükselen Mustafa Kemal, 8 Aralık 1911'de
Trablusgarp'a geldi. 22 Aralıkta Tobruk Savaşı'nı kazandı. Derne'de
16/17 Ocak 1912 taarruzunda gözünden yaralandı. Bir ay hastanede tedavi
gören Mustafa Kemal, 6 Mart 1912'de Derne komutanı oldu. Derne'de
başarılı savunma muharebeleri yaptı. Trablusgarp Savaşı, Balkan
Savaşı'nın çıkması üzerine 15-18 Ekim 1921 tarihleri arasında,
Osmanlı-İtalyan delegeleri arasında imzalanan Ouchy (Uşi) Barış
Antlaşması ile sona erdi. Antlaşmaya göre Trablusgarp ve Bingazi tam
bir İtalyan sömürgesi oldu. İtalya bununla da yetinmeyerek, 5 Kasım
1911'de Trablusgarp ve Bingazi'yi topraklarına kattığını dünyaya
duyurdu. Gönüllü subaylar Balkan Savaşında görev almak üzere İstanbul'a
döndüler.

TRABLUSGARP SAVAŞI SONRASI

UŞİ ANTLAŞMASI Trablusgarp Savaşı'nda İtalyanlara karşı başarılı
direnişler başlamıştı. Aralarında Mustafa Kemal'in de bulunduğu genç
subaylar, yerli Arapları örgütleyerek başarılı bir savunma hattı
kurmuşlardı. Balkan Savaşları'nın başlaması nedeniyle bu yetenekli ve
genç subaylar İstanbul'a çağrıldı. Bundan sonra, direnme cephesi çöktü
ve İtalyanlar Trablusgarp ve Bingazi'yi rahatça ele geçirdiler. Ege
denizine de bir filo yollayan İtalya, 12 adayı işgal etti. Libya tümden
elimizden çıktı. Bunun üzerine Ouchy (Uşi) kentinde, 15-18 Ekim 1912'de
İtalya ile Osmanlı Devleti arasında barış antlaşması imzalandı. Uşi
Antlaşmasına göre, Libya İtalya'ya bırakıldı. 12 ada ise, Balkan
Savaşları sonunda Osmanlı devletine geri verilecekti. Ama, İtalyanlar
sözlerinde durmadılar ve böylece Ege'deki Türk egemenliği de sarsılmaya
başladı.


En son Rock'n'Roll tarafından Salı Haz. 30 2009, 20:16 tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://belgelerim.soglam.net
M~B~Ç
Admin
Admin
M~B~Ç


Erkek
Aslan Ejderha
Kayıt tarihi : 16/05/08
Mesaj Sayısı : 6804
Nerden : nereye
İş/Hobiler : webmaster
Ruh Hali : Atatürk'ün Katıldığı Savaşlar Yasasi10
Tuttuğu Takım : Atatürk'ün Katıldığı Savaşlar Gs190510
Uyarı : Atatürk'ün Katıldığı Savaşlar 110

Atatürk'ün Katıldığı Savaşlar Empty
MesajKonu: Geri: ******'ün Katıldığı Savaşlar   Atatürk'ün Katıldığı Savaşlar I_icon_minitimeSalı Haz. 30 2009, 20:14

Atatürk'ün Katıldığı Savaşlar 3k

[size=12]
II - BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI

1914-1918 yılları arasında yapılan ve dünya tarihinin en kanlı
savaşlarından biri olan I. Dünya Savaşı'nda V. Mehmet Reşat
yönetimindeki Osmanlı İmparatorluğu İttifak Devletleri denilen Almanya
(Wilhelm II) ve Avusturya-Macaristan'ın (Franz Joseph) yanında yer
alarak, İtilaf Devletlerine; İngiltere, Fransa, Rusya, İtalya'ya karşı
savaştı. Savaşın ilk yıllarında Karadağ, Sırbistan, Romanya, daha
sonraki yıllarında da ABD, Japonya, Yunanistan, Belçika, Portekiz
İtilaf Devletlerinin yanında savaşa katıldı. Sömürge durumundaki birçok
devlet de dolaylı olarak savaşta görev aldı.

28 Temmuz 1914'te başlayan I. Dünya Savaşı'na, o dönemde siyasi,
ekonomik, sosyal ve askeri yönden bunalım içindeki Osmanlı Devleti,
Almanların ekonomik ve askeri yardım vaatleri ve İttihat ve Terakki
Partisi önderleri Enver Paşa, Cemal Paşa ve Talat Paşa'nın şahsi
kararları sonucunda katıldı. 2 Ağustos 1914'te önce gizli bir Osmanlı
İmparatorluğu-Almanya ittifak anlaşması imzalandı. Aynı gün seferberlik
ilan edildi. Akdeniz'de İngilizlerin baskısından kaçan Goben ve Breslaw
(Yavuz ve Midilli) adlı Alman savaş gemilerinin, 27 Ekim 1914'te
Karadeniz'e açılıp Sivastopol ve Odesa'yı bombalaması üzerine, Rus
Ordusu 2 Kasım 1914'te doğudan taarruza geçti. İngiliz ve Fransız savaş
gemileri 3 Kasım 1914'te Çanakkale Tabyalarını topa tutmaya başladı.
Böylece, Osmanlı İmparatorluğu fiilen savaşa girdi. 5 Kasım'da,
İngiltere ve Fransa Osmanlı Devleti'ne savaş ilan etti. 11 Kasımda
bütün Müslümanların Halifenin yanında düşmana karşı savaşa çağrılması
anlamına gelen "Cihad-ı Ekber" halka duyuruldu.

1. Dünya Savaşı'nda Osmanlı Devleti 2.900.000 askeri silah altına aldı.
Dört yıl süren savaş boyunca 253.000'i Çanakkale Cephesi'nde olmak
üzere, toplam 400.000 şehit verildi. 1.050.000 asker de yaralandı veya
esir düştü. Osmanlı İmparatorluğu, I. Dünya Savaşı'nda 9 ayrı cephede
mücadele verdi.

30 Ekim 1918'de Osmanlı Devleti Mondros Mütarekesi'ni imzalayarak savaştan çekildi.

Mustafa Kemal ******'ün 1. Dünya Savaşına ilişkin görüşleri

Türkiye Umumi harbe girmeye mecburdu ve mevcut dünya dengesine göre bu
giriş şeklide olandan ve görülenden başka türlü olamazdı. Belki harbe
giriş zamanı, belki kuvvetlerin kullanma tarzları, hulasa bir sürü
teferruat tenkit olunabilir. Fakat esasa diyecek yoktur. Türkiye harbe
girerdi ve böyle girerdi. 1922

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI SONRASI

MONDROS MÜTAREKESİ

30 Ekim 1918 tarihinde, Limni adasının Mondros Limanı'nda Bahriye
Nazırı Hüseyin Rauf Orbay'ın Başkanlığı'nı yaptığı Osmanlı Heyeti ile
İngiliz Amiral Calthorp'un Başkanı olduğu İtilaf Devletleri Heyeti
arasında imzalanan Mondros Mütarekesi ile silahlı çatışma sona
ermiştir. 1. Dünya Savaşını bitiren bu Antlaşma aslında çok ağır
şartlar taşıyordu. Mondros Mütarekesi aslında Osmanlı Devleti'nin
yıkılışını öngörmekte; İtilaf Devletlerine Osmanlı İmparatorluğunun
herhangi bir bölgesine, güvenliklerini tehdit edecek bir durum nedeni
ile işgal hakkını tanımakta idi.

Mustafa Kemal'in o zaman ifade ettikleri üzere; Osmanlı Hükümeti bu
mütareke ile kendini kayıtsız şartsız düşmana teslim etmeğe muvafakat
etmiştir. Yalnız muvafakat etmiş değil, düşmanların memleketi istilası
için onlara muaveneti (yardımı) de vaad eylemiştir. Bu Mütareke olduğu
gibi tatbik edildiği takdirde memleketin baştan sona kadar işgal ve
istilaya maruz olacağı şüphesizdir.
Mondros Ateşkes Antlaşması ile İtilaf Devletleri, barış antlaşmasının
imzalanmasını beklemeden, Türk Topraklarının taksimine giriştiler.
Ateşkes Antlaşmasının 7. maddesi gereğince, bütün bir memleketin işgali
için İtilaf Devletlerine imkan veriyordu.

Mondros Ateşkes Antlaşması'nın başlıca hükümleri şunlardır:

1- Çanakkale ve İstanbul Boğazlarının açılması, Karadeniz'e serbestçe
geçişin temini ve Çanakkale ve Karadeniz istihkamlarının İtilaf
Devletleri tarafından işgali sağlanacaktır.

2- Osmanlı sularındaki bütün torpil tarlaları ile torpido ve kovan
mevzilerinin yerleri gösterilecek ve bunları taramak ve kaldırmak için
yardım edilecektir.

3- Karadeniz'deki torpiller hakkında bilgi verilecektir.

4- İtilaf Devletlerinin bütün esirleri ile Ermeni esirleri kayıtsız
şartsız İstanbul'da teslim olunacaktır.

5- Hudutların korunması ve iç asayişin temini dışında, Osmanlı ordusu derhal terhis edilecektir.

6- Osmanlı harp gemileri teslim olup, gösterilecek Osmanlı limanlarında gözaltında bulundurulacaktır.

7- İtilaf Devletleri, güvenliklerini tehdit edecek bir durumun ortaya
çıkması halinde herhangi bir stratejik yeri işgal etme hakkına sahip
olacaktır.

8- Osmanlı demiryollarından İtilaf Devletleri istifade edecekler ve
Osmanlı ticaret gemileri onların hizmetinde bulundurulacaktır.

9- İtilaf Devletleri, Osmanlı tersane ve limanlarındaki vasıtalardan istifade sağlayacaktır.

10-Toros Tünelleri, İtilaf Devletleri tarafından işgal olunacaktır.

11- İran içlerinde ve Kafkasya'da bulunan Osmanlı kuvvetleri, işgal
ettikleri yerlerden geri çekilecekler.

12- Hükümet haberleşmesi dışında, telsiz, telgraf ve kabloların
denetimi, İtilaf Devletlerine geçecektir.

13- Askeri, ticari ve denizle ilgili madde ve malzemelerin tahribi önlenecektir.

14- İtilaf Devletleri kömür, mazot ve yağ maddelerini Türkiye'den temin
edeceklerdir.(Bu maddelerden hiç biri ihraç olunmayacaktır.)

15- Bütün demiryolları, İtilaf Devletlerin zabıtası tarafından kontrol altına alınacaktır.

16- Hicaz, Asir, Yemen, Suriye ve Irak'taki kuvvetler en yakın İtilaf
Devletlerinin kumandanlarına teslim olunacaktır.

17- Trablus ve Bingazi'deki Osmanlı subayları en yakın İtalyan garnizonuna teslim olacaktır.

18- Trablus ve Bingazi'de Osmanlı işgali altında bulunan limanlar İtalyanlara teslim olunacaktır.

19- Asker ve sivil Alman ve Avusturya uyruğu, bir ay zarfında Osmanlı topraklarını terk edeceklerdir.

20- Gerek askeri teçhizatın teslimine, gerek Osmanlı Ordusunun
terhisine ve gerekse nakil vasıtalarının İtilaf Devletlerine teslimine
dair verilecek herhangi bir emir, derhal yerine getirilecektir.

21- İtilaf Devletleri adına bir üye, iaşe nezaretinde çalışacak bu
devletlerin ihtiyaçlarını temin edecek ve isteyeceği her bilgi
kendisine verilecektir.

22- Osmanlı harp esirleri, İtilaf Devletlerinin nezdinde kalacaktır.

23- Osmanlı Hükümeti, merkezi devletlerle bütün ilişkilerini kesecektir.

24- Altı vilayet adı verilen yerlerde bir kargaşalık olursa,
vilayetlerin herhangi bir kısmının işgali hakkını İtilaf Devletleri
haiz bulunacaktır.

25- Müttefiklerle Osmanlı Devleti arasındaki savaş, 1918 yılı Ekim
ayının 31 günü mahalli saat ile öğle zamanı sona erecektir.

PARİS BARIŞ KONFERANSI (18 Ocak 1919)


1. Dünya Savaşı sonunda barış antlaşmalarını hazırlamak amacıyla,
İtilaf Devletleri arasında yapıldı. Konferansın kararlarına hakim olan
beş devlet vardı: ABD, İngiltere, Fransa, Japonya ve İtalya. Konferansa
esas itibariyle İngiltere ve Fransa hakim oldu. Konferansa katılan ABD
Başkanı Wilson'un amacı, Milletler Cemiyeti'nin kurulmasını sağlamaktı.
İngiltere ve Fransa ise barışı düşünmekten çok, barış düzeninde kendi
çıkarlarını en iyi şekilde gerçekleştirecek yolu arama çabası
içindeydiler. Fransa'nın amacı Almanya'yı bir daha savaş yapamayacak
duruma getirmekti. İngiltere'ye gelince, esas amacı, Alman tehlikesini
ortadan kaldırmak ve Avrupa'nın dengesini bozucu faktörleri yok
etmekti. Toprak ve sömürge taleplerinden vazgeçmek istemeyen Fransa ve
İngiltere, savaş öncesi benimsedikleri Wilson'un İlkelerini dikkate
almadılar.

SAN REMO KONFERANSI


I. Dünya Savaşından sonra, 19 Nisan 1920'de İtalya'nın San Remo
kasabasında Osmanlı topraklarının durumunu belirlemek için bir
konferans toplandı. 26 Nisana kadar süren görüşmeler sonunda, Lübnan ve
Suriye, Fransızların; Irak, Filistin ve Musul, İngilizlerin korumasına
giriyordu. Doğu Anadolu'da, bağımsız Ermenistan ve Özerk Kürdistan
devletlerinin kurulması kararlaştırıldı. Ayrıca, Trakya ve Batı Anadolu
Yunanistan'a bırakılıyordu

SEVR ANTLAŞMASI


Ana hatları 24 Nisan 1920'de San Remo Konferansı'nda kararlaştırılan
Sevr Antlaşması, 11 Mayıs 1920'de incelenmek üzere Osmanlı Hükümeti'ne
verilmişti.
Antlaşması'nın kabulünü kolaylaştırmak ve Sevr hükümlerini uygulamak
üzere, İtilaf Devletleri'nin teşvik ve desteği ile Yunan ordusu da 23
Haziran 1920'de Anadolu'da ve Trakya'da saldırıya geçti. Bursa'nın,
Balıkesir'in, Uşak'ın ve Nazilli'nin ardarda işgali ile Sevr'in
uygulanmasını sağlamak ve Antlaşma maddelerinde herhangi bir
değişikliğe meydan vermemek bu saldırıda esas amaç olmuştu.

Sultan Vahidettin'in başkanlığında toplanan Şüra-yı Saltanat 22 Temmuz
1920'de "zayıf bir mevcudiyeti, mahva tercih edilmeğe değer" görerek
Antlaşma'nın onanmasına karar vermiştir. Tevfik Paşa'nın, Türk
topraklarını parçalayan, milli şeref ve haysiyetle bağdaşmayan bu
antlaşmayı imzalamaması üzerine Damat Ferit Paşa tarafından
görevlendirilen Reşat Halis Bey, Hadi Paşa ve Rıza Tevfik (Bölükbaşı)
Bey Sevr Antlaşmasını 10 Ağustos 1920'de imzaladılar.

Sevr Antlaşması'na göre, Osmanlı İmparatorluğu parçalanıyor, Türk
Milleti de yasama hakkından yoksun bırakılıyordu.

Rumeli sınırımız aşağıda yukarı İstanbul vilayetinin sınır olarak tayin
olunuyordu. Batı Anadolu ( İzmir ve havalisi) Yunanlıları verilecekti.
Güney sınırı ise, Mardin, Urfa, Gaziantep, Amanos dağları ve
Osmaniye'nin kuzeyinden geçmekte ve bu sınırın güneyini Fransa'ya
bırakmakta idi. Doğuda Bayazıt, Van, Muş, Bitlis ve Erzincan'ı içine
alan bir Ermenistan, Irak ve Suriye arasında bir Kürdistan kurulacaktı.
Bunun dışında, Türkiye'ye bırakılan topraklar nüfus mıntıkalarına
ayrılmakta; İtalyanlar Antalya ve Konya, Fransızlar Adana, Sivas ve
Malatya bölgesi üzerinde, İngilizler de Irak'ın kuzey kısmında nüfus
bölgeleri tesis ediyorlardı. İstanbul'da ise hükümet ve padişah
oturacak fakat, İstanbul milletlerarası bir şehir olacak, Boğazlar'da
ordusu, donanması, bütçesi ve organize kuruluşları ile bir komisyon
bulunacaktı, Türklere bırakılan bölge, hakimiyet hakkı en ağır şekilde
sınırlanmış, Ankara ve Kastamonu vilayetleri ve dolayları idi. Sevr'e
göre, memleket dahilinde bulunan azınlık, Türklerden daha fazla haklara
sahip oluyor, vergi vermeyerek, askeri hizmet yapmayarak imtiyazlı
(ayrıcalıklı) bir durumda bulunuyordu. Türk tabiyetinden çıkanlar
birçok yükümlülüklerden kurtulduğu gibi, yeniden hiç kimse Türk
tabiyetine de giremeyecekti.

Devletin askeri kuvveti, her bakımdan sınırlanarak azami miktar 50.700
kişi olacak; Tank, ağır top, uçak bulunmayacaktı. Askerlik de gönüllü
olacak, donanma ise 7 gambot ve 6 torpidodan ibaret olup, donanmada
denizaltı da bulunmayacaktı. Diğer taraftan mali ve iktisadi hükümler,
Osmanlı Hükümeti ile Meclisin yetkilerini hiçe saydıracak şekilde
sınırlayıcı ve külfet teşkil eder mahiyette olup, Osmanlı Devletini
İtilaf Devletlerinin müşterek sömürgesi haline, getiriyordu. İngiliz,
Fransız ve İtalyan devletlerinin temsilcilerinden kurulu Mali Komisyon,
Osmanlı devletinin gelir ve giderlerini düzenlemekte ve devletin
yetkilerini devletlik sıfatı ile bağdaştırılmayacak şekilde bağlamakta
idi.
Sevr Antlaşması'nın Osmanlı Hükümeti'nce imzalanması, Anadolu'daki
milli mücadele azmini kuvvetlendirmiş, halkın İstanbul Hükümeti'nden
ümitlerini kesmesine neden olmuştur.

Büyük Millet Meclisi 19 Ağustos 1920 tarihli toplantısında, Sevr
Antlaşması'nı imzalayan ve bunu onaylayan Şüra-yı Saltanat'ta
bulunanların vatan hiyanetiyle itham olunarak vatansız sayılmaları
kararını aldı. Aynı zamanda Büyük Millet Meclisi Hükümeti bu antlaşma
ile kendini hiç bir surette bağlı görmediğini de ilan etti.

Ermenistan ve Özerk Kürdistan devletlerinin kurulması kararlaştırıldı.
Ayrıca, Trakya ve Batı Anadolu Yunanistan'a bırakılıyordu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://belgelerim.soglam.net
M~B~Ç
Admin
Admin
M~B~Ç


Erkek
Aslan Ejderha
Kayıt tarihi : 16/05/08
Mesaj Sayısı : 6804
Nerden : nereye
İş/Hobiler : webmaster
Ruh Hali : Atatürk'ün Katıldığı Savaşlar Yasasi10
Tuttuğu Takım : Atatürk'ün Katıldığı Savaşlar Gs190510
Uyarı : Atatürk'ün Katıldığı Savaşlar 110

Atatürk'ün Katıldığı Savaşlar Empty
MesajKonu: Geri: ******'ün Katıldığı Savaşlar   Atatürk'ün Katıldığı Savaşlar I_icon_minitimeSalı Haz. 30 2009, 20:14

Atatürk'ün Katıldığı Savaşlar 4k


I. Dünya Savaşı'nda Osmanlı Devleti'nin en başarılı olduğu cephe
Çanakkale Cephesidir. Dünya tarihinin en kanlı savaşı bu cephede
cereyan etmiştir.

İngiltere ve Fransa, müttefikleri Rusya'yla birleşerek savaşın seyrini
lehlerine çevirmek istiyordu. Rus ekonomisi savaşın yükünü kaldıramaz
hale gelmişti. İtilaf Devletleri Osmanlı Devletini saf dışı bırakmak,
Rus Ordusuna gerekli askeri yardımı ve malzemeyi en hızlı bir şekilde
ulaştırmak, Kafkasya Cephesinde bunalan Rusya'yı rahatlatmak ve Türk
Ordusunun geri çekilmesini sağlamak için Çanakkale Boğazına harekat
düzenlediler. İngiliz ve Fransız savaş gemilerinin Çanakkale
Boğazı'ndan geçişlerine 18 Mart 1915'te başarıyla karşı konuldu. İtilaf
Devletleri donanması ağır kayıplar verince, Gelibolu Yarımadası'na
asker çıkarıp kara muhaberelerini başlattılar. 25 Nisan 1915'te
Arıburnu'na çıkan düşman kuvvetlerini, Mustafa Kemal'in komuta ettiği
birlik Conkbayırı'nda durdurdu. Bu başarı üzerine, Mustafa Kemal
albaylığa yükseltildi.

General Harrington komutasındaki İngiliz birlikleri 6-7 Ağustos 1915'te
tekrar taarruz etti. Anafartalar Grubu Komutanı Mustafa Kemal, 9-10
Ağustos 1915'te 1. Anafartalar Zaferi'ni kazandı Bu zaferi, 17
Ağustosta Kireçtepe, 21 Ağustos'ta 2. Anafartalar zaferleri takip etti.


Çanakkale Savaşı'na katılan Türk Ordusu'ndan, çoğu öğrenim çağında
253.000 subay, er ve erbaş şehit oldu. Çanakkale'nin geçilemeyeceğini
anlayan İngiliz ve Fransızlar da, arkalarında Türkler kadar kayıp
bıraktılar. 19/20 Aralık 1915'te Anafartalar ve Arıburnu'ndan, 8-9 Ocak
1916'da Seddülbahir'den kesin olarak çekildiler.

MUSTAFA KEMAL Anlatıyor :

"10 Ağustos 1915. Conkbayırı'nı almak ve bütün boğaza hakim olmak için
İngilizler 20.000 kişilik bir kuvvetle günlerce kazdıkları siperlere
yerleşmişler, hücum anını bekliyorlardı. Gecenin karanlığı tamamen
kalkmış, tan ağarmak üzere idi. 8. Tümen komutanı ve diğer subaylarını
çağırdım.

Mutlaka düşmanı mağlup edeceğinize inanıyorum. Ancak siz acele etmeyin
evvela ben ileri gideyim. Size ben kırbacımla işaret verdiğim zaman hep
birlikte atılırsınız dedim. Bu durumdan askerlerini de haberdar
etmelerini istedim. Hücum baskın tarzında olacaktı. Sakin adımlarla ve
süzülerek düşmana 20-30 metre yaklaştım. Binlerce askerin bulunduğu
Conkbayırı'nda çıt çıkmıyordu. Dudaklar sessizce bu sıcak gecede dua
ediyordu. Kontrol ettim. Kırbacımı başımın üstünde kaldırıp çevirdim ve
birden aşağı indirdim. Saat 04.30'da kıyametler kopmuştu İngilizler
neye uğradıklarını şaşırmıştı. Allah Allah sesleri bütün cephelerde,
karanlıkta gökleri yırtıyordu.

Her taraf duman içinde ve heyecan her yere hakim olmuştu. Düşmanın
topçu ateşi gülleleri büyük çukurlar açıyor her tarafa şarapnel ve
kurşun yağıyordu. Büyük bir şarapnel parçası tam kalbimin üzerine
çarptı, sarsıldım elimi göğsüme götürdüm kan akmıyordu. Olayı Yb.
Servet Bey'den başka kimse görmemişti. Ona parmağımla susmasını
emrettim. Çünkü vurulduğumun duyulması cephelerde panik yaratabilirdi.
Kalbimin üzerinde cebimde bulunan saat paramparça olmuştu. O gün akşama
kadar birliklerin başında daha hırslı olarak çarpıştım. Yalnız bu
şarapnel, kalbimin üzerinde aylarca gitmeyen derin bir kan lekesi
bırakmıştı. Aynı gün gece yani 10 Ağustos günü beni mutlak ölümden
kurtaran ve parçalanan saatimi Ordu Komutanı Liman von Sanders Paşaya
hatıra olarak verdim. Çok şaşırmış ve heyecanlanmıştı. Kendileri de
altın cep saatini bana hediye ettiler.

Bu hücumlarda İngilizler binlerce ölü bırakarak tamamen geri çekildi ve
Çanakkale'nin geçilmeyeceğini iyice anlamış oldular."

MEHMETÇİĞİN ÇANAKKALE SAVAŞI'NI KAZINDIRAN YÜKSEK RUH (Kendisi Anlatıyor)

"Bombasırtı Olayı ( 14 Mayıs 1915) çok önemli ve dünya harp tarihinde
eşine rastlanması mümkün olmayan bir hadisedir. Karşılıklı siperler
arasındaki mesafe 8 metre, yani ölüm muhakkak. Birinci siperdekilerin
hiç birisi kurtulmamacasına şehit düşüyor. İkinci siperdekiler yıldırım
gibi onların yerine gidiyor. Fakat ne kadar imrenilecek bir
soğukkanlılık ve tevekkülle biliyor musunuz. Bomba, şarapnel, kurşun
yağmuru altında öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor ve
en ufak bir çekinme bile göstermiyor. Sarsılma yok Okuma bilenler
Kuran-ı Kerim okuyor ve Cennete gitmeye hazırlanıyor. Bilmeyenler ise,
Kelime-i Şahadet getiriyor ve ezan okuyarak yürüyorlar. Sıcak cehennem
gibi kaynıyor. 20 düşmana karşı her siperde bir nefer süngü ile
çarpışıyor. Ölüyor, öldürüyor. İşte bu Türk askerindeki ruh kuvvetini
gösteren, dünyanın hiç bir askerinde bulunmayan, tebrike değer bir
örnektir. Emin olmalısınız ki Çanakkale muharebelerini kazandıran bu
yüksek ruhtur."

DOĞU CEPHESİ

Atatürk'ün Katıldığı Savaşlar 5k

2 Kasım 1914'te Rus kuvvetlerinin Kars'a doğru taarruzuyla cephede
savaşlar başladı. 6/9 Kasım 1914'te Ruslarla Köprüköy savaşı yapıldı.
Ruslar yenilince biraz geri çekildiler. 22 Aralık 1914'te Başkomutan
Vekili Enver Paşa'nın çetin kış şartlarını rağmen Sarıkamış civarında
Ruslara karşı yaptığı harekatta 3. Ordu'ya mensup askerlerden çoğu
donarak şehit oldu. 60.000 şehit verildi.

1915 yılı baharında Ermenilerle birleşerek güçlenen Rus birliklerinin
taarruzu başarılı oldu. Ruslar, Van ve Malazgirt'i aldılar 22 Temmuzda
başlayan karşı taarruzla Van ve Malazgirt 25/26 Temmuz 1915'te
kurtarıldı.

1916 yılında Grandük Nikolas, Rus kuvvetlerinin başkomutanı olunca,
Ruslar Kafkasya'daki kuvvetlerini artırarak taarruza geçtiler. 16 Şubat
1916'da Erzurum düştü. Trabzon'a da bir kolorduyla ilerlediler. 3.
Ordu, Kemah-Refahiye-Tirebolu hattına çekildi. Mart 1916'da Bitlis,
Muş, Van, Hakkari de Ruslar tarafından işgal edildi. Hükümet, Çanakkale
Bölgesinde bulunan 2. Ordu'yu Kazım Karabekir komutanlığında doğu
cephesine kaydırdı. 10 Mart 1916'da atama emrini alan Mustafa Kemal,
Edirne'den Diyarbakır'a kaydırılan 16. Kolordu'nun komutanı olarak, 15
Mart 1916'da Doğu Cephesinde göreve başladı. 7/8 ağustos 1916'da Muş ve
Bitlis Ruslardan kurtarıldı. Yıl sonuna kadar Ruslarla savaşa devam
edildi.

1917 yılında Rusya'da iç karışıklıklar başladı. Ekim 1917'de
Bolşevikler devrimle yönetime el koydu. Yıl boyunca Rus birlikleri
işgal ettikleri topraklardan çekildiler. 18 Aralık 1917'de Ruslarla
Erzincan Mütarekesi yapıldı. Mütarekeden sonra Rus kuvvetleri Doğu
Anadolu'yu tamamen terk etti. 1917 kışı, hem Türkler hem de Ruslar için
güç şartlarda geçti. Soğuk ve hastalıklar sebebiyle iki tarafta ağır
kayıplar verdi. Daha sonra 3 Mart 1918'de Brest Litovsk anlaşamsı
yapılarak Kars, Ardahan ve Batum'un Osmanlı İmparatorluğu'na
bırakılması saptandı.
Rus birliklerinin geri çekilmesi üzerine, savaş sırasında kurulmuş
bulunan Ermeni taburları Türk halkına saldırdı. 3. Ordu Ermeni
çeteleriyle savaşmak zorunda kaldı. Ermeni kuvvetleri bozguna
uğratılarak Nisan 1918 sonuna kadar, Kars, Ardahan, Batum kurtarıldı ve
Gümrü'ye girildi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://belgelerim.soglam.net
M~B~Ç
Admin
Admin
M~B~Ç


Erkek
Aslan Ejderha
Kayıt tarihi : 16/05/08
Mesaj Sayısı : 6804
Nerden : nereye
İş/Hobiler : webmaster
Ruh Hali : Atatürk'ün Katıldığı Savaşlar Yasasi10
Tuttuğu Takım : Atatürk'ün Katıldığı Savaşlar Gs190510
Uyarı : Atatürk'ün Katıldığı Savaşlar 110

Atatürk'ün Katıldığı Savaşlar Empty
MesajKonu: Geri: ******'ün Katıldığı Savaşlar   Atatürk'ün Katıldığı Savaşlar I_icon_minitimeSalı Haz. 30 2009, 20:15

Atatürk'ün Katıldığı Savaşlar 8k

YEMEN - HİCAZ (ARABİSTAN) CEPHESİ


Halk arasında Yemen cephesi adıyla da anılır. I. Dünya Savaşı boyunca
Osmanlı Devleti 4 Tümenlik bir kuvvetle Arabistandaki kutsal İslam
şehirlerini korumaya çalıştı. 7. Kolordu'nun birer tümeni Hicaz, Asir,
San'a ve Hudeybe'de konuşlandırılmıştı. Uzaklık sebebiyle bu tümenlere
yeni asker, malzeme ve silah desteği sağlanamıyordu. 1916 yılında
İngilizlerin kışkırtmasıyla, Araplar kendilerini koruyan Osmanlı
Kuvvetlerine karşı ayaklandı. Mekke Şerif'i Hüseyin, bağımsızlığını
ilan etti. Yemen'de İmam ***** Osmanlılara bağlı kalırken Asir'de
Seyyid İdris de ayaklanmaya katıldı.

1917 Şubatı'nda Hicaz Seferi Kuvvetler Komutanlığı'na atanmak üzere,
Şam'a gelen Mustafa Kemal Paşa, Hicaz'ın boşuna savunulmayıp
boşaltılmasını istedi. Manevi sebeplerden dolayı bu istek uygulanmadı.
Komutanlık ataması da yapılmadı. Bin bir güçlükle Medine'yi, Yemen'i,
Asir'in kuzeyini I. Dünya Savaşı sonuna kadar savunan 7. Kolordu,
Mondros Mütarekesi'nden bir müddet sonra, 23 Ocak 1919'da teslim oldu.

SİNA - FİLİSTİN CEPHESİ


Atatürk'ün Katıldığı Savaşlar 9k

İngilizler 1914 yılı Aralık ayında Türk dostu saydıkları Hidiv Abbas
Hilmi Paşa'yı yönetimden uzaklaştırarak, Mısır ve Süveyş Kanalı'na
tamamen egemen oldular.
Bahriye Nazırı ve 4. Ordu Komutanı Cemal Paşa'nın, 14 Ocak 1915'te
14.000 deveyle iki koldan Süveyş Kanalı'na yaptığı harekat (1.Kanal
Savaşı) başarılı olamadı. 4 Şubat 1915'te Birüsseba-Gazze'ye geri
dönüldü.

1916 yılında Süveyş Kanalı'nı almak için 2. Kanal Harekatı yapılırken,
Mekke Şerifi Hüseyin İngilizlerin kışkırtmasıyla Osmanlı Devletine
karşı ayaklandı. Ayaklanmanın bastırılması için 4. Ordu'dan bir kısım
birlikler Hicaz'a gönderildi. Ordunun geri kalan kısmıysa,
Gazze-Şeria-Birüsseba hattında savunmaya çekildi. 1917 baharında
İngilizler, Gazze'ye saldırdı. 1. ve 2. Gazze Savaşları yapıldı.
İngilizler Türklerin kahramanca savunması karşısında çekilmek zorunda
kaldılar. Takviyelerini artırmaya başlayan İngilizlerin Filistin
Cephesinde toplanmaları üzerine, Cemal Paşa'nın uyarısıyla Yıldırım
Ordularının Irak cephesinde kullanılmasından vazgeçilerek Filistin ve
Suriye'de kullanılması kararlaştırıldı. Aynı yıl 7. Ordu Komutanlığına
atanan Mustafa Kemal Paşa, Yıldırım Ordular Komutanı General Falkenhayn
ile anlaşamadı. Harbin yönetimini tenkit eden iki rapor yazarak 6 Ekim
1917'de komutanlıktan istifa etti. Savaş hazırlıklarını tamamlayan
İngilizler, 24 Ekim 1917'de 138.000 askerle taarruza başladılar.
Birüsseba-Gazze Savaşı'nı kazandılar. 9 Kasım 1917'de Kudüs düştü.
General Allenby komutasındaki İngiliz kuvvetlerinin Mart 1918 başı ile
18 Mayıs arasındaki Telazur, 1. ve 2. Salt-Amman taarruzları başarıyla
durduruldu.
Yığınaklarını artıran ve mevcudu 460.000'e yükselen İngiliz ordusunun
19 Eylül 1918'de Filistin'de başlattığı taarruz hızla gelişti ve
Filistin tamamen İngilizlerin eline geçti.


Atatürk'ün Katıldığı Savaşlar 11k

SURİYE CEPHESİ


Bu cephede faaliyet 1917 yılında başladı. Halep'te 1917 yılında
Bağdat'ı geri almak amacıyla 7. Ordu kuruldu. Ordunun ihtiyaçları için
Almanlardan yardım sağlandı. 6. ve 7. Ordu'dan oluşan Yıldırım Ordular
Grubu kurularak, komutanlığına Alman General Falkenhayn getirildi.

1918 yılında Falkenhayn'ın yerine Yıldırım Ordular Grubu Komutanlığı'na
General Liman von Sanders atandı. 7. Ordu Komutanı Mustafa Kemal Paşa
idi. 460.000 kişilik İngiliz kuvvetlerinin 19 Eylül 1918'de
başlattıkları taarruz Filistin'de durdurulamadı. İngilizler Suriye'ye
ilerlediler ve Şam düştü. Yıldırım Ordular Komutanı, Halep'te savunma
düzeni kurma görevini Mustafa Kemal Paşa'ya bırakıp, Adana'ya gitti.
Mustafa Kemal bir yandan İngilizlerle, diğer yandan Arap silahlı
çeteleriyle mücadele etmek zorunda kaldı. Halep'in kuzeyinde bir
savunma hattı kurup İngilizler'i durdurmayı başardı. 31 Ekim 1918'de
Mondros Mütarekesi'nden bir gün sonra Yıldırım Ordular Grubu
Komutanlığı'na atandı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://belgelerim.soglam.net
M~B~Ç
Admin
Admin
M~B~Ç


Erkek
Aslan Ejderha
Kayıt tarihi : 16/05/08
Mesaj Sayısı : 6804
Nerden : nereye
İş/Hobiler : webmaster
Ruh Hali : Atatürk'ün Katıldığı Savaşlar Yasasi10
Tuttuğu Takım : Atatürk'ün Katıldığı Savaşlar Gs190510
Uyarı : Atatürk'ün Katıldığı Savaşlar 110

Atatürk'ün Katıldığı Savaşlar Empty
MesajKonu: Geri: ******'ün Katıldığı Savaşlar   Atatürk'ün Katıldığı Savaşlar I_icon_minitimeSalı Haz. 30 2009, 20:15

Milli Mücadele Yıllarındaki Savaşlar


"Bu konuya kuşku yok ki Kuvay-i Milliye'nin kuruluşuyla başlamak gerekiyor"

KUVAY-İ MİLLİYE


Atatürk'ün Katıldığı Savaşlar 8k

Kuvay-i Milliye, Yunanlıların İzmir'i işgal etmeleri ve Anadolu'da
ilerlemeleri üzerine kurulan ve düşmana karşı savaşan kuruluşlardı.
Kuvay-i Milliye birlikleri, düzenli ordu kurulana dek, Kurtuluş
Savaşında çete ve silahlı savunma kuruluşları olarak büyük
yararlılıklar gösterdi. Kuvay-i Milliye adı, önceleri İzmir bölgesinde
bulunan ve silahlı direnişçilere verildiği halde sonraları bütün milli
hareketi kapsayacak şekilde kullanıldı.

Kuvay-ı Milliye, işgalcilere karşı halkın tepkisi sonucu kurulmuştu.
Kuvay-i Milliyenin amacı hiçbir devletin ve milletin egemenliğini kabul
etmeyen, milletin kendi bayrağı altında özgür ve bağımsız yaşamasıydı.
Bölgesel mahiyeti yanı sıra sivil bir yönetim altında savaşan
kişilerden oluşuyordu. İzmir Bölgesinin efeleri, Güneydoğu bölgesinin
çeteleri Kuvay-i Milliyeciler idi. Milli mücadelenin başında milletçe
bir direnme hareketi olarak ortaya çıkmış olan bu bölgesel kuruluşlar,
daha sonra TBMM'nin kurulması ile birleştirilmiş ve I. İnönü Savaşı
sırasında da bütünü ile birlikte düzenli orduya dönüşmüştür.


DÜZENLİ ORDUNUN KURULMASI


İstanbul Hükümeti ve işgal devletlerinin kışkırtmalarıyla çıkan
ayaklanmaları bastırmak ve günden güne ilerleyen Yunan ordusunu
durdurmak, ancak düzenli bir ordu ile mümkündü. Bu iki sorun çözülmeden
bağımsızlığı elde etmek imkansızdı. Mondros Mütarekesinden sonra
ordular terhis edilmişti. Elde Kazım Karabekir'in komutanı olduğu
Erzurum'daki 15. Kolordu'dan başka, gerçek savaş gücü taşıyan birlik
yoktu. Ordu yalnız boş kadrolar durumundaydı. Gerek Temsil Heyeti,
gerek ardından kurulan yeni Meclis silahlanmaya ve seferberliğe gidecek
durumda değildi. Ancak, ayaklanmalar bastırılmalı ve Yunan ilerleyişi
durdurulmalıydı.

Batı Anadolu'da, İzmir'in işgalinden sonra vatansever üç Albay, Kazım
Özalp (Orgeneral), Bekir Sami (Anday) ve Şerif (Aker) Beyler,
emirlerindeki birliklere katılanlarla birlikte direnmeye başlamışlardı.
Ancak bu direnişler güçsüzdü ve gerilla eylemleri ile düşmana zarar
vermekten öteye geçmiyordu. Bu tür direnişler Kuvay-ı Milliye (Milli
Kuvvetler) ruhunu doğurdu. Balıkesir ve Alaşehir Kongreleriyle Egeli
yurtseverler bu hareketi daha bilinçli şekilde desteklediler. Yunan
işgalinin büyük zulümlerle ilerlemesi pek çok yurttaşın bu direnişlere
katılmasını sağladı.

Direniş hareketleri olumlu ama yetersizdi. Kuvay-i Milliye birlikleri
içinde Çerkes Ethem gibi büyük başarılar elde edenler oldu. Ancak bu
birlikler gerçek bir ordu olmaktan çok uzaktı. Yalnızca kendi şeflerini
dinliyor, Ankara'daki Genelkurmayın buyruklarına uymuyorlardı. Ayrıca
bu birlikler ayaklananları kendi şeflerinin isteklerine göre hukuk
kurallarına uymadan cezalandırıyorlardı. Yunanlıların 22 Haziran
1920'de başlattıkları saldırı önlenemedi. Meclisin, 12 Temmuz 1920'de
yaptığı toplantıda bazı milletvekilleri Yunan saldırısının
durdurulamamasında cephedeki komutanların suçlu olduğunu belirttiler.
Mustafa Kemal Paşa bu suçlamaların doğru olmadığını, Avrupa
devletlerince silahlandırılmış ve donatılmış Yunan ordusuna sadece
milli ve gönüllü kuvvetlerle karşı koymanın mümkün olmadığını
belirterek, artık TBMM'nin gerçek anlamda bir orduya sahip olması
gerektiğini ileri sürdü. Bunu gerçekleştirmek için, milli kuvvetlerde
bulunan yetenekli personelin, düzenli asker olarak ordu birliklerinin
kadrolarına geçirilmesini ve yeniden bazı doğumluların silah altına
alınması gerektiğini ifade etti. TBMM'nin bu konudaki kararı üzerine
düzenli ordu kurulmaya başlandı.

Bu karara, bazı Kuvay-i Milliye birlikleri karşı çıktı. Ama daha önce
Mustafa Kemal'in aldığı önlemlerle bir çok Kuvay-i Milliye birliği ordu
içerisinde eritilmişti. Yeni silah altına alınanlarla beraber düzenli
ordu hızla oluşmaya başladı. Artık Türk Ordusu temel olarak yeniden
kurulmuş bulunuyordu. 9 Kasım 1920 de Batı Cephesi iki komutanlığa
bölündü: Batı ve Güney Cepheleri. Batı Cephesi komutanlığına Genel
Kurmay Başkanı Albay İsmet (İnönü) Bey, Güney Cephesi komutanlığına da
İçişleri Bakanı Albay Refet Bey atandı. Buradaki kuvvetlerin savaş
yeteneği artırıldı ve örgütlenmesi sürdürüldü. Milli Mücadelenin ilk
günlerinde başarılı hizmetlerde bulunan çete reisi Çerkes Ethem,
komutasındaki Kuvay-i Seyyare adını taşıyan müfreze, Albay İsmet Bey'in
komutanı olduğu Batı Cephesi içinde yer alıyordu. Çerkes Ethem ve
kardeşlerinin cephe komutanını tanımamaları ve düzenli ordu disiplinine
uymamaları üzerine, Bakanlar Kurulu 27 Aralık 1920'de bu birliklerin
etkisiz hale getirilmesine karar verdi. Çerkes Ethem kuvvetleri,
başarılı bir şekilde dağıtıldı ve buyruğundaki kişilerin çoğu düzenli
orduya katıldı.

DOĞU CEPHESİ


Atatürk'ün Katıldığı Savaşlar 11k

Ermeni Devleti, Rusya'da Çarlık sisteminin yıkılıp yerine Sosyalist bir
devlet kurulması üzerine 1918'de ortaya çıktı. Taşnak Partisi
tarafından idare ediliyordu. Ermeniler, sınırlarımıza saldırıyor,
Müslüman halka aşırı zulüm, haksızlık ve katliam yapıyordu. Bunun
üzerine, TBMM Ermenilere karşı askeri harekete geçilmesine karar verdi.


Türkiye Büyük Millet Meclisi, İcra Heyeti'ne (Bakanlar Kuruluna)
mütareke hükümlerine uyularak boşaltılan, "Elviye-i Selâse" (doğuda
bulunan 3 ilimiz) Kars, Artvin ve Ardahan'ın tekrar geri alınması için
gereğinin yapılması yolunda ayrıca yetki vermişti. Doğu Cephesi
Komutanı Kâzım Karabekir Paşa 30 Mayıs ve 4 Haziran 1920 tarihinde
Doğu'daki durum hakkında hükümete rapor verdi. Bu raporda; "Ermenilerin
ilk fırsatta Erzurum'u dahi ellerine geçirmek için teşebbüslerde
bulunacakları, Ermeni ordusuna karşı hâkim ve müsait bir vaziyet
almanın zorunluluğu, Brest Litovsk ve Batum Antlaşması ile Türkiye'ye
bırakılan Elviye-i Selâse'yi işgal etmek üzere harekete geçmenin
gerekliliği" açıklanmış ve hükümetçe de bu durum uygun görülmüştü.

Taarruz için 7 Haziran'da emir verildi. Ancak, Sovyet Dışişleri
Bakanının Ermenistan, İran ve Türkiye sınırlarının belirlenmesinde, Rus
Sovyet Hükümeti'nin arabuluculuğu ile meselenin siyasi yollardan
halledilmesinin mümkün olduğunu bildirmesi üzerine, ordunun taarruzu
geciktirilmişti. Bu arada Ermenilerin, Türk topraklarına ve halkına
karşı tecavüzü, Oltu'yu işgal etmeleri ve Gürcülerin de 25 Temmuz'da
Artvin'i almaları üzerine, 28 Eylül 1920'de ordumuz taarruza geçti. 29
Eylül'de Sarıkamış, 30 Ekim'de Kars (15. Kolordu Kafkas Tümeni Komutanı
Albay Halit Bey (Karsıalan) yönetiminde), 7 Kasım'da Gümrü geri alındı.
Kesin barış antlaşması 2-3 Aralık gecesi imzalandı. Gümrü Barış
Antlaşması, TBMM Hükümetinin imzaladığı ilk antlaşmaydı ve Misak-ı
Milli'nin Doğu sınırlarını da kısmen belirliyordu.


TRAKYA CEPHESİ


Atatürk'ün Katıldığı Savaşlar 12k

Mondros Ateşkes Antlaşması'ndan sonra; Edirne-İstanbul demiryolunu
kontrol etmek üzere bir Fransız alayı Trakya'ya yerleşmiş bulunuyordu.
Fransız Generali Franchet D'Esperey ile Yunanistan Başbakanı Venizelos
arasında imzalanan antlaşma ile Kuleliburgaz-Hadımköy hattı Yunan
Ordusunun işgaline terk edilmişti.

Bu gelişmeler karşısında, I. Kolordu Komutanı Cafer Tayyar Eğilmez
Paşa, Mustafa Kemal Paşa'nın 9 Ocak 1920 tarih ve 55 sayılı emrine
uyarak bütün Edirne vilayetinde sıkıyönetim ve seferberlik ilan etti.
Diğer taraftan Trakya-Paşaeli Müdafaa Heyet-i Osmaniyesi, 31 Mart
1920'de Lüleburgaz'da yaptığı ilk kongresinde dış tecavüzler ve iç
ayaklanmalar karşısında her türlü tedbir alma yetkisini kolordu
komutanına ve merkez heyetine vermeyi kararlaştırdı.

San Remo Konferansı'nda, İtilaf Devletleri Edirne ile birlikte Doğu
Trakya'yı da Yunanistan'a bırakmayı kararlaştırdılar.

9 Mayıs 1920'de Edirne'de toplanan Trakya Paşaeli Müdafaa Heyet-i
Osmaniyesi, 2'nci kongresinde Edirne ve Doğu Trakya'nın Yunanistan'a
bırakılmasını kesinlikle reddetti ve ülke topraklarının savunulmasını
kararlaştırdı. Bu amaçla, yerli halktan asker toplamayı ve silahlı
savunma tedbirleri almayı kararlaştırdı. Ayrıca, Cemiyet programını
değiştirmekle birlikte ismini de Trakya-Paşaeli Müdafaa-i Hukuk
Cemiyeti haline getirerek, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk
Cemiyeti'nin şubesi olmuştu.

Sevr Antlaşması'nın imzalanmasını kolaylaştırmak, Osmanlı
İmparatorluğu'na fiilen olduğu kadar hukuken de son vermek amacı ile
İtilaf Devletlerinin de teşviki ile Yunan Ordusu bir taraftan
Anadolu'da bir taraftan da Trakya'da harekete geçti. 20 Temmuz 1920'de
başlayan Yunan Taarruzu sonunda Edirne 24 Temmuz 1920'de düştü. Sevr
Antlaşmasının imzalanmasını takip eden günlerde Yunan Hükümeti kendi
meclislerinden geçirdikleri bir kanunla Doğu ve Batı Trakya'yı bir
genel valilik halinde Yunanistan'a kattığını ilan etti. Yunanlılar
tarafından Edirne ve Doğu Trakya'nın ilhakına rağmen, Trakya'da işgale
karşı silahlı mücadele devam etmiştir. Anadolu'da kazanılan büyük zafer
ve orduların Boğazları geçerek Trakya'yı kurtarmak için harekete
geçmeleri kararı karşısında, Boğazlarda bulunan İtilaf Devletleri
ateşkes anlayışı içinde olmuşlardır. 15 Ekim 1922'de yürürlüğe giren
Mudanya Ateşkes Antlaşması ile Doğu Trakya, Yunan kuvvetleri tarafından
boşaltıldı. 25 Kasım 1922'de Edirne Valiliğine tayin edilen Şakir Bey
(Kesebir), Türk yönetimini yeniden kurmuştur. Lozan Konferansı sonunda,
Yunanlıların Anadolu'da yakıp yıktıklarına karşılık, savaş tazimanatı
olarak Karaağaç ve Bosnaköy Köprübaşlarının da Anavatana katılması
kararlaştırılmıştır.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://belgelerim.soglam.net
M~B~Ç
Admin
Admin
M~B~Ç


Erkek
Aslan Ejderha
Kayıt tarihi : 16/05/08
Mesaj Sayısı : 6804
Nerden : nereye
İş/Hobiler : webmaster
Ruh Hali : Atatürk'ün Katıldığı Savaşlar Yasasi10
Tuttuğu Takım : Atatürk'ün Katıldığı Savaşlar Gs190510
Uyarı : Atatürk'ün Katıldığı Savaşlar 110

Atatürk'ün Katıldığı Savaşlar Empty
MesajKonu: Geri: ******'ün Katıldığı Savaşlar   Atatürk'ün Katıldığı Savaşlar I_icon_minitimeSalı Haz. 30 2009, 20:15

GÜNEY CEPHESİ


Atatürk'ün Katıldığı Savaşlar 13k

Mondros Ateşkes Antlaşması'nın, İtilaf Devletleri tarafından tek
taraflı, haksız ve yanlış bir şekilde uygulanışı çerçevesinde Güney
Anadolu'nun işgali, bu bölgede milli mücadele cephelerinin kurulmasına
ve düşman saldırısına karşı direnmeye sebep olmuştu. Fransızların
Adana'yı, İngilizlerin ve Fransızların beraberce Urfa, Maraş ve Antep'i
işgal etmeleri halk arasında korku, nefret ve endişe oluşturmuştu.
Fransızların, Ermenilerle işbirliği yaparak sömürge yönetimi usullerini
burada uygulamaları, yer yer bölgesel savunma tertiplerinin alınmasına
ve milli kuvvetlerin kurulup teşkilatlanmasına etken oldu.


URFA CEPHESİ


Diğer Güney illeri gibi, Urfa'da önce İngilizlerin sonra da 30 Ekim
1919'da Fransızların işgaline maruz kaldı. Fransızlar, Urfa'da da
Ermenilerle işbirliği yaparak, Urfalıların can ve mal güvenliklerini
ihlal ettiler. Fransız işgaline karşı 9-10 Şubat 1920 tarihinde
yapılan, Urfa ve Havalisi Kuvayı Milliye Komutanı "Namık" takma adlı
Yzb.Ali Saip Bey (Ursavaş)'in komutasındaki 3000 kişilik, baskınla Urfa
kısmen kurtarıldı. Karargah binasındaki Fransız bayrağı yerine Türk
bayrağı çekildi. Uzun ve çetin mücadeleler sonucu, Fransız askeri
birlikleri, 11 Nisan 1920 günü Urfa'yı boşalttı. Urfa da tek başına
istilacı bir devlete karşı savaşmış ve zafer kazanmıştır. Böylece,
Şanlıurfa olmuştur.


ANTEP CEPHESİ


Önce İngilizler, sonra Fransızlar tarafından, Mondros Ateşkes
Antlaşması hükümlerine aykırı olarak işgal edilen Antep, yabancı
işgaline boyun eğmedi ve direndi. Fransızlar, Antep'te bir Ermeni
fırkası kurarak, yerli Ermeni azınlığı ile birlikte Anteplileri
sindirmeye çalıştı. Halkı korku ve endişeye sürüklediler. Annesini
saldırıya karşı savunmaya çalışan 12 yaşındaki bir çocuğu (Şehit Kamil)
öldürdüler. Bütün bunların üzerine Antepliler de teşkilatlandı. Kılıç
Ali Bey komutasındaki Kuvay-ı Milliye birlikleri de başarılı direnişler
ve mücadelelerde bulundu. Antep, önce 3 ve 18 Şubat 1920 tarihlerinde
ilerleyen iki Fransız taburuna karşı direndi. Daha sonra, Mart 1920
sonunda takviyeli Fransız birliklerine karşı çetin bir güç ve azimle
savaştı. Fransız birliklerine karşı kahramanca savaşan ve milli bir
sembol olan Şahin takma adıyla Teğmen Sait Bey'in şehit düşmesi,
Fransızlara karşı direnişi daha çok artırdı. 1 Nisan 1920'de de bütün
şehir Fransızlara karşı ayaklandı. 10 ay 9 gün düşmana karşı en kötü
imkanlarla yiğitçe ve mertçe savaşan Antep, 9 Şubat 1921 de teslim
olmakla beraber, Türk tarihine kahramanlar diyarı olarak "Gazi"
ünvanını alarak geçti. Gaziantep, 6000 evladını savaşarak şehit
verdikten, binlerce yaralı ve sakat bıraktıktan sonra, sırf açlık
yüzünden (ekmek yerine acı zerdali çekirdeğini yiyerek) kapılarını
düşmana açmak zorunda kaldı.


MARAŞ CEPHESİ


Çukurova, Antep ve Urfa'yı işgal ettikleri gibi, Maraş'ı da ele geçiren
Fransızlar, burada da Ermenilerle işbirliği yaptılar. Tarihi Maraş
Kalesine Türk bayrağı yerine Fransız bayrağının asılması, Maraşlıları
harekete geçirdi ve olay milli onuru zedeleyici bir durum olarak
değerlendirilmişti. Fransız işgaline karşı, bir camide vazeden "Sütçü
İmam" Şeyh Ali Sezai (Kurtaran) Efendi, halka "Kalelerinde hür bayrağı
dalgalanmayan, esir bir memlekette, Cuma namazı kılınmaz" diyerek
Maraşlıları coşturdu. Maraş, çocuğu, genci, ihtiyarı, erkeği ve kadını
ile beraber tarihi kaleye yönelerek, Fransız bayrağını indirip, yerine
Türk bayrağını çekmiştir. Fransızlara karşı yapılan kanlı mücadele, 11
Şubat 1920'de Fransızların bozguna uğramaları ve Maraş'tan çekilmeleri
ile son buldu. Maraşlıların, gösterdikleri kahramanlık, şehrin adının
da Kahramanmaraş olarak değişikliğini gerekli kılmıştır. Ayrıca Maraş
şehri TBMM hükümetince İstiklal Madalyası ve Beratına layık görüldü.


ÇUKUROVA CEPHESİ


Kilikya adı ile andıkları Çukurova'yı sömürge haline getirmek için
Fransızların çabaları, daha ilk işgal anından itibaren Çukurovalıların
protestosu ile karşılanmıştır. "Feryatname" adlı vesika ile kamuoyuna
duyurulmuştu. Fransız idarecilerinin, Ermeni komitecilerine alet
olması, hatta Fransız Valisi Bremond'dan cesaret almaları ve teşvik
görmeleri Ermeni Fedailerini yağmacılık ve katliama da yönlendirmişti.
Fransız ve Ermenilerin insanlık dışı hareketleri, milli kuvvetleri
teşkilat kurarak, çete savaşı yolu ile karşı koymaya yöneltti.
Aralarında Zamir Damir Arıkoğlu'nun da bulunduğu Çukurovalılar
Toroslarda ve Çukurova'da yer yer direnişler, yiğitçe çarpışmalar
yaptılar. I.Kavaklıhan, Aflak, II.Kavaklıhan, Yarbaşı, Hinnepli, Taşçı,
Mercin Büyük Fadıl savaşları ve Kar Boğazı Baskını Fransızları yirmi
günlük ateşkes Antlaşmasına ve daha sonra da Ankara Antlaşması'nı
imzalamaya zorladı. Antlaşmanın imzalanması Çukurova'nın kurtuluşunu
sağladı.

I.İNÖNÜ SAVAŞI




Atatürk'ün Katıldığı Savaşlar 14k


Yunanlılar, Bursa ve Uşak mıntıkalarından Eskişehir ve Afyon
istikametlerinde 6 Ocak 1921'de ileri harekata geçtiler. Yunan harekatı
üç koldan ilerleyerek İnönü önünde birleşiyordu. Yunanlılar, 3 günlük
yürüyüşten sonra 9 Ocak günü İnönü mevzilerinin önüne gelmişlerdi. Asıl
savaş 10 Ocak günü sabah saat 6.30'da Yunanlıların taarruza geçmesi ile
başladı. Saldırısı kırılan düşmana karşı savaş 10 Ocak 1921'de
kazanıldı.

Savaşın İnönü bölgesinde yapılması bir tesadüf değildi. İnönü
savaşlarının zamanını Yunanlılar, fakat savaş alanını Türkler
seçmişlerdi. Türk ordusunun savunma planına göre, Bursa ve Kocaeli
yönünden gelecek bir düşman taarruzu İnönü'de karşılanacaktı. 11 Ocak
1921'de o güne kadar fazla kayıp vermiş ve çok hırpalanmış olan düşman,
daha fazla ilerlemeye kendisinde kudret göremeyerek, tekrar Bursa
civarındaki eski mevzilerine çekilmek zorunda kaldı. Böylece dinamik
bir sevk ve idare sistemiyle düşmanın iki misli kuvvetlerine karşı,
zayıf kuvvetlerle yoğun bir savunma yapılmış ve düşman ordusu üç gün
içinde yenilerek geri çekilmeye mecbur bırakılmıştır.

I. İnönü Zaferi sonunda Albay İsmet Bey,1 Mart 1921'de generalliğe
yükseltildi. Kazanılan bu zaferin tarihi önemi, Batı Cephesi'nde
kazanılan ilk zafer oluşu ve Sevr tatbikçilerine milli teşkilatın ne
demek olduğunu göstermesidir. I. İnönü Savaşıyla Kuva-yı Milliye devri
son bulmuş, Büyük Millet Meclisi Hükümeti'nin ve ordusunun içerde ve
dışarıda itibarı birden yükselmiş, ordunun ve Meclis'in otoritesi
artmıştır.


II. İNÖNÜ SAVAŞI


Londra Konferansı'nın bir sonuç vermemesi, Sevr projesini uygulamak
için İtilaf Devletlerini yeni bir çabaya yöneltmiş ve bu amaçla Yunan
işgal ordusunu savaşa teşvik etmişlerdi. Bundan faydalanan Yunanlılar,
23 Mart 1921'de Bursa'dan İnönü istikametine ilerlemeye başladılar.
Türk ordusunun yüksek azim ve imanla savaşması, 31 Mart 1921 akşamına
kadar süren kanlı çarpışmalar sonunda düşmanı İnönü'de ikinci defa
perişan etti. Yaptıkları iki saldırının da püskürtülmesi üzerine Yunan
kuvvetleri, 31 Mart gecesinden itibaren çıkış mevzilerine çekilmeye
başladılar, çekilen düşman, süvari birliklerimizle izlenmiş ve düşmana
çekilirken de kayıplar verdirilmiştir. Fevzi Paşanın (Çakmak) Mecliste
bu savaştan bahsederken söylediklerinden anlaşıldığına göre, Yunan
ordusunun amacı mutlaka yenmekti.

Başkumandanları Papulas, bu sebeple Karaköy'e gelmiş ve alaylarını
bizzat birbiri ardınca savaşa sokmuştur. Düşman bir taraftan kesin
olarak Türk ordusunu yenmek ve dört beş günde Eskişehir'e, bir ayda da
Ankara'ya gelerek Sevr Antlaşması'nı kabul ettirmek amacındaydı.
Düşmanın hareketlerinden amacını anlayan kumandanlık, lazım gelen
önlemleri almıştı. İsmet Paşa bir taraftan da düşmana umduğu yerde
değil, bizim istediğimiz yerde savaşı yaptırmak suretiyle, düşmanın
savaş planını başarısızlığa uğratmıştır. Milli Kurtuluş Savaşı'nda bu
zafer, Mustafa Kemal'in güzel ifadesiyle, milletin "maküs talihini"
(tersine dönmüş talihini) de yenen bir zafer olmuştu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://belgelerim.soglam.net
M~B~Ç
Admin
Admin
M~B~Ç


Erkek
Aslan Ejderha
Kayıt tarihi : 16/05/08
Mesaj Sayısı : 6804
Nerden : nereye
İş/Hobiler : webmaster
Ruh Hali : Atatürk'ün Katıldığı Savaşlar Yasasi10
Tuttuğu Takım : Atatürk'ün Katıldığı Savaşlar Gs190510
Uyarı : Atatürk'ün Katıldığı Savaşlar 110

Atatürk'ün Katıldığı Savaşlar Empty
MesajKonu: Geri: ******'ün Katıldığı Savaşlar   Atatürk'ün Katıldığı Savaşlar I_icon_minitimeSalı Haz. 30 2009, 20:15

KÜTAHYA - ESKİŞEHİR SAVAŞLARI


İnönü Savaşları'nda savunma taktiği uygulamak zorunda kalan Türk
Ordusu, Aslıhanlar- Dumlupınar çarpışmalarında ise henüz saldırı gücü
olmadığını göstermişti. Bu durumdan yararlanmayı düşünen Yunan
Genelkurmayı yeni bir plan hazırladı. Daha güçlü birliklerle, İnönü,
Eskişehir, Afyon ve Kütahya arasındaki çizgide bulunan mevzilerimize
yüklenerek buraları işgal etmek ve gerekirse Ankara'ya kadar ilerlemek
düşüncesindeydiler. Yunanlılar bu amaçla, yeni birliklerle iyice
güçlendiler ve 10 Temmuz'dan itibaren saldırıya geçtiler. Zayıf
birliklerle tutulan Kütahya güneyine yüklendikten sonra, cephe boyunca
ilerlemeye başladılar. 20 Temmuz'a kadar yaptıkları saldırılarla
kuvvetlerimizi geri çekilmeye zorladılar. Cephe durumu ile ilgilenen
Mustafa Kemal Paşa, kuvvetlerimizin Sakarya'nın doğusuna kadar
çekilmesini gerekli gördü. Böylece zaman kazanılacaktı. Bu plan
uygulanırken, 21 Temmuz'da tekrar saldırıya geçen Yunan kuvvetleri,
büyük fedakarlıklarla yavaşlatıldı ve 25 Temmuz'da Sakarya'nın karşı
kıyısına geçildi. Bu savaşlar sonucunda Eskişehir, Kütahya, Afyon gibi
büyük stratejik merkezler elden çıktı. Savaş gücü azaldı ve yurtta
büyük bir hayal kırıklığı belirdi. TBMM'de moral bozukluğu başladı ve
sert tartışmalar oldu. Aslında, Yunan kuvvetleri büyük ateş ve silah
üstünlüklerine rağmen, ordumuzu yok edememişlerdi. Ordumuz, Sakarya'nın
doğusunda, güvenlik altındaydı. Buna rağmen savaşın kaybedilmesi cephe
gerisinde büyük bir felaket haberi gibi etki yapmıştı.


SAKARYA MEYDAN SAVAŞI


Atatürk'ün Katıldığı Savaşlar 15k

İnönü'de ikinci kez yenilen Yunanlılar, ordularını güçlendirmek
amacıyla kuvvetlerini artırmışlardı. Türk Ordusu ise henüz
hazırlıklarını tamamlayamamış, yurdun bütün kaynaklarından faydalanma
imkanını bulamamıştı. Ancak II. İnönü Savaşından sonra, Güney Cephesi
kaldırılmış, Güney ve Batı cepheleri birleştirilmişti. Böylece Batı
Cephesinde daha fazla kuvvet toplamak imkanı sağlanmıştı.

Yunanlılar, 10 Temmuz 1921'de iki ayrı cepheden taarruza geçerek Türk
Ordusunu yok etmek istediler. Desteklenmiş kuvvetleriyle güçlü bir
şekilde ilerlemeyi başardılar. Türk Ordusu, zor durumdan kendisini
kurtarmak amacıyla Eskişehir'e kadar çekildi. Mustafa Kemal Paşa, 18
Temmuz 1921'de Batı Cephesi karargahına geldi ve durumu yakından görüp
inceledi. Ordunun düzenlenip kuvvetlendirilmesi için, Sakarya'nın
doğusuna kadar çekilmesini gerekli gördü. Bunun üzerine, Türk Ordusu,
25 Temmuz 1921'de taktik savunma yapmak amacıyla Sakarya'nın doğusuna
çekildi.

Türkiye Büyük Millet Meclisi orduları Sakarya'nın doğusuna çekilmekle
askeri bakımdan büyük bir avantaj elde etti. Türk kuvvetleri için zor
olsa da, Yunanlılar için daha zor olan bir durum oluşturuldu. Böylece,
Türk kuvvetleri düşmanın gelişen taarruzlarının tehdidinden
kurtarılmış, Sakarya'nın doğusunda yeniden düzenlenerek savunma gücü
artırılmıştı. Yunanlılar ise mevzilerini genişletmişler, ulaştırma
şartları zor bir arazide ilerlemek ve ikmal yapmak zorunda kalmışlardı.


Sakarya gerisine çekilme, halkın maneviyatı üzerinde ciddi bir sarsıntı
oluşturmuştu ve Meclis'te de bunun belirtileri ortaya çıkmıştı. Mustafa
Kemal Paşa'nın muhalifleri; "Ordu nereye gidiyor, millet nereye
götürülüyor? Bu hareketin elbette bir sorumlusu vardır, o nerededir? Bu
çok acı veren durumun ve yürekler acısı görünümün gerçek sorumlusunu
ordunun başında görmek isterdik" diyerek Mustafa Kemal Paşaya dil
uzatmaya başladılar. Büyük Millet Meclisi'nde ve dışarıda son çare ve
son tedbir olarak Mustafa Kemal Paşa'nın ordunun başına geçmesinde
fayda umulduğu yolunda bir kanaat oluştu. Bunun üzerine Mustafa Kemal
Paşa, 4 Ağustos 1921'de Büyük Millet Meclisi'ne verdiği bir önerge ile
Başkumandanlığı kabul ettiğini bildirdi ve ancak Meclis'in elindeki
yetkileri de fiilen kullanmayı talep etti. Bu önerge üzerine Mustafa
Kemal Paşa'nın muhalifleri, kendisine Başkomutan ünvanını ve Meclis'in
yetkilerini kullanmak hakkını önce vermek istemediler. Ancak ünvan ve
yetki, 5 Ağustos 1921 tarihli kanunla tanındı.

Mustafa Kemal Paşa, 12 Ağustos 1921'de Polatlı'daki Cephe Karargahına
giderek ordunun başına geçti. Cephede teftiş yaparken, attan düşerek
birkaç kaburga kemiği kırıldı. Savaşı cephede yaralı ve kaburga kemiği
sarılı bir şekilde idare etmek zorunda kaldı.

23 Ağustos'ta düşman ordusu ciddi olarak cephemize taarruz etti.
Ordumuz. 100 kilometrelik cephe üzerinde cereyan eden meydan
muharebesinde, düşmanın üstün kuvvetlerini ilk önce yıpratarak,
taarruza devam etmekten yoksun bir hale getirdi. 23 Ağustos'tan 13
Eylül'e kadar gece gündüz aralıksız yirmi iki gün devam eden bu kanlı
savaştan sonra, düşman ordusu mağlup ve perişan bir şekilde cepheyi
terketti.

Sakarya Meydan Savaşı sonucu, askeri harekat yön değiştirmiştir.
Sakarya, geri çekilme ve gerilemenin durdurulduğu ileri gidişin
başladığı noktayı oluşturmuştur. Sakarya Zaferi, bütün memlekette
günlerce süren coşkun sevinç gösterilerine ve heyecanlı kutlamalara
vesile oldu. Meclis, 19 Eylül 1921'de kabul edilen bir kanunla, Türk
Milletinin bir şükranı olarak Mustafa Kemal Paşa'ya Mareşallık rütbesi
ve Gazilik ünvanını verdi. Sakarya Zaferi, dış ilişkilerimizde
durumumuzun düzeltilmesine ve itibarımızın artmasına yardımcı oldu. 9
Haziran 1921'den beri Ankara'da Fransız temsilcisi Franklin Bouillon'la
görüşmeler yapılmaktaydı. Bu görüşmeler, Sakarya zaferinden sonra, 20
Ekim 1921'de Ankara'da olumlu bir şekilde sonuçlanarak, Ankara
İtilafnamesi adıyla tarihe geçen bir antlaşmayla noktalandı. Sakarya
zaferi, askerlik ve politika bakımından da Kurtuluş Mücadelemizin
önemli bir merhalesi oldu. Yunan ordusunun taarruz kabiliyeti kırıldı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://belgelerim.soglam.net
M~B~Ç
Admin
Admin
M~B~Ç


Erkek
Aslan Ejderha
Kayıt tarihi : 16/05/08
Mesaj Sayısı : 6804
Nerden : nereye
İş/Hobiler : webmaster
Ruh Hali : Atatürk'ün Katıldığı Savaşlar Yasasi10
Tuttuğu Takım : Atatürk'ün Katıldığı Savaşlar Gs190510
Uyarı : Atatürk'ün Katıldığı Savaşlar 110

Atatürk'ün Katıldığı Savaşlar Empty
MesajKonu: Geri: ******'ün Katıldığı Savaşlar   Atatürk'ün Katıldığı Savaşlar I_icon_minitimeSalı Haz. 30 2009, 20:16

BÜYÜK TAARRUZ, BAŞKOMUTAN MEYDAN MUHAREBESİ


Atatürk'ün Katıldığı Savaşlar 16k

Sakarya Savaşı'ndan sonra, kamuoyunda ve TBMM'nde taarruz için
sabırsızlık baş göstermişti. Gazi Mustafa Kemal Paşa, 4 Mart 1922'de
Büyük Millet Meclisi'nin gizli bir toplantısında endişe ve huzursuzluk
duyanlara açıklamalar yapmıştı.

"Ordumuzun kararı, taarruzdur. Fakat bu taarruzu tehir ediyoruz.
Sebebi, hazırlığımızı tamamen bitirmeye biraz daha zaman lazımdır.
Yarım hazırlıkla, yarım tedbirlerle yapılacak taarruz, hiç taarruz
etmemekten çok daha kötüdür" diyerek bir taraftan zihinlerdeki şüpheyi
bertaraf etmeye çalışırken, diğer taraftan da orduyu son zaferi
sağlayacak bir taarruz için hazırlıyordu. Haziran 1922 ortalarında,
Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa, taarruza geçmek kararını almıştı.
Asıl amaç, yok edici bir meydan savaşı yapmak, düşmanı çabuk ve kesin
bir sonuç alacak şekilde vurmaktı. Mustafa Kemal Paşa, ordu birlikleri
arasında bir futbol maçı organize edilmesi bahanesiyle ordu
komutanlarını Akşehir'e davet etti. Böylece Yunanlıların ve İşgal
Devletlerinin dikkatleri çekilmeyecekti. 28 Temmuz gecesini,
komutanlarla genel taarruz hakkında konuşarak geçirdi ve gereken
direktifleri verdi. Mustafa Kemal Paşa, daha sonra 20 Ağustos 1922'de
Ankara'dan Akşehir'e giderek, 26 Ağustos 1922 Cumartesi sabahı düşmana
taarruz emrini verdi. Çok gizli bir şekilde yürütülen bu olayları
kamuoyundan saklamak maksadıyla, 21 Ağustos'da Çankaya köşkünde bir çay
daveti verileceği gazete ve ajanslara bildirilmişti.

26 Ağustos sabahı Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, yanında Genelkurmay
Başkanı Fevzi Paşa(Çakmak), Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa (İnönü)
ile birlikte muharebeyi idare etmek üzere Kocatepe'deki yerini aldı.
Büyük taarruz burada başladı. Topçuların sabah saat 4:30'da taciz ateşi
ile başlayan harekat, saat 5:00'de önemli noktalara yoğun topçu ateşi
ile devam etti. Piyadelerimiz, Sabah 6:00'da Tınaztepe'ye hücum
mesafesine yaklaşarak, tel örgüleri aşıp, Yunan askerini süngü hücumu
ile temizledikten sonra, Tınaztepe'yi ele geçirdiler. Bundan sonra,
saat 9:00'da Belentepe, daha sonra Kalecik-Sivrisi düşmandan
temizlendi. Taarruzun birinci günü, sıklet merkezindeki 1. Ordu
Birlikleri, Büyük Kaleciktepe'den Çiğiltepe'ye kadar onbeş kilometrelik
bir bölgede düşmanın birinci hat mevzilerini ele geçird. 5. Süvari
Kolordusu düşman gerilerindeki ulaştırma kollarına başarılı
taarruzlarda bulundu. 2. Ordu da cephede tespit görevini aksatmadan
sürdürdü.

26 Ağustos günü Türk Ordusunun Büyük Taarruz'u, Genelkurmay
Başkanlığı'nca TBMM'ne bildirildi. Bu haber Meclis'i coşturdu ve
heyecanlı gösterilere vesile oldu.

27 Ağustos Pazar sabahı gün ağarırken, Türk Ordusu bütün cephelerde
yeniden taarruza geçti. Bu taarruzlar çoğunlukla süngü hücumlarıyla ve
insan üstü çabalarla gerçekleştirildi. 27 Ağustos saat 18:00'de, Afyon
8. Tümen tarafından kurtarıldı. Afyon kurtuluşun şanlı ve şerefli
müjdesi olmuştu. Başkomutanlık karargahı ile Batı Cephesi Komutanlığı
karargahı Afyon'a taşındı.
28 Ağustos Pazartesi ve 29 Ağustos Salı günleri, başarılı geçen taarruz
harekatı ile düşmanın 5. Tümeninin çevrilmesi ile sonuçlandı. 29
Ağustos gecesi durum değerlendirmesi yapan komutanlar, hemen harekete
geçerek muharebenin süratle sonuçlandırılmasını gerekli buldular.
Düşmanın çekilme yollarının kesilmesi ve düşmanı çarpışmaya zorlayarak,
tamamen teslim olmalarını sağlama yolunda karar aldılar. Karar süratli
ve düzenli bir şekilde gerçekleştirildi. 30 Ağustos 1922 Çarşamba günü
taarruz harekatı Türk Ordusunun kesin zaferi ile sonuçlandı. Büyük
Taarruz'un son safhası askeri tarihimize Başkomutan Meydan Muharebesi
olarak geçmiştir.

30 Ağustos 1922 Başkomutan Meydan Muharebesi sonunda, düşman ordusunun
büyük kısmı dört taraftan sarılarak, Dumlupınar'da Gazi Mustafa Kemal
Paşa'nın ateş hatları arasında bizzat idare ettiği savaşta tamamen yok
edilmiş veya esir edilmişti. Böylece tasarlanan kesin sonuç beş gün
içinde elde edilmiş ve hazırlanan plan tam başarı ile uygulanmıştı. 30
Ağustos 1922'nin gurur verici zaferi ile Mustafa Kemal, kaçabilen
düşmanın takip edilmesini ve üç koldan Ege'ye doğru ilerlemesini uygun
buldu. "Ordular ilk hedefiniz Akdeniz'dir. İleri" diyerek, tarihi
emrini 1 Eylül 1922'de verdi. Yunanlılar, İzmir'e doğru kaçmaktaydı.
Başta Yunan Ordusu Başkomutanı Trikopis olmak üzere çok sayıda esir ele
geçirilmişti.

Ordumuz bu muharebede, on beş günde 400 kilometre katederek, 9 Eylül
1922 sabahı İzmir'e girdi. Sabuncu Bel'den geçen 2. Süvari Tümeni,
Mersinli yolu ile İzmir'e doğru akarken, bunun solunda 1. Tümen de
Kadife Kale'ye doğru yürüyordu. Bu Tümenin 2. Alayı Tuzluoğlu
Fabrikası'ndan geçerek Kordonboyu'na ulaştı. Yüzbaşı Şeref Bey Hükümet
Konağına, 5. Süvari Tümenimizin öncüsü Yüzbaşı Zeki Bey Kumandanlık
dairesine, 4. Alay Komutanı Reşat Bey de Kadife Kale'ye bayrağımızı
çektiler.

İzmir'de askerlerimiz coşku içinde karşılandılar ve çiçek yağmuruna
tutuldular. Süvarilerimizin Kordon boyundan geçişi çok görkemli idi.
Kurtuluş zaferinin Başkomutanı Gazi Mustafa Kemal Paşa, İzmir'in
kurtuluşunu Belkahve'den seyretti. Türk Ordusunun, 400 kilometrelik bir
mesafeyi savaşarak katedip İzmir'e ulaşması içerde ve dışarda hayret ve
takdir uyandırdı. Büyük Türk zaferi karşısında endişeye düşen ve o anda
da İstanbul ve Çanakkale Boğazlarını işgal altında bulunduran İtilaf
Devletleri, savaşı durdurmayı ve Türklerin haklı isteklerini yerine
getirmeyi kendi çıkarlarına uygun buldular. Lord Kinross'a
göre,"İngiltere, ciddi bir krizle karşı karşıya bulunduğunu anlamaya
başlıyor. Halk, Türklerle yeni bir savaştan korkuyordu". 11 Ekim
1922'de imzalanan Mudanya Ateşkes Antlaşması'yla, silahlı çatışma
durdurulduğu gibi, Edirne dahil Trakya'nın da Türkiye'ye bırakılacağı
ve bir ay içerisinde Yunanlılar tarafından boşaltılacağı kabul edildi.
Anadolu'da Yunan politikasını yürüten İngiltere Başbakanı Lloyd George,
bu gelişmeler üzerine istifa etti.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://belgelerim.soglam.net
 
******'ün Katıldığı Savaşlar
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
 :: Türk ve Dünya Tarihi :: Mustafa Kemal ATATÜRK :: Hayatından Bilgiler-
Buraya geçin: